1 Ocak 2013 Salı

"allah'ın var olmadığını" kanıtlayan (!) şeyler

---
not: allah'ın var olmadığını kanıtlayan bir şey yok, sayın savcım; dikkat edeceğiniz üzere, bu fikri eleştiriyorum ben de
---


mükemmel kavramı üzerinden tartışılması havanda su dövmekten ibaret bir bahis. aslında gayet güzel izah edilmiş, ama muhtasar olunca idiotproof olamıyor, binaenaleyh et-tekrarü ahsen...

mükemmellik kavramını simetri özelliğine indirgediğimizi varsayalım. bu durumda simetrik olan her şey mükemmel olacak ve simetrik olmayan hiçbir şey mükemmel olmayacak bize göre. bu durumda mükemmel kelimesini ortadan kaldırıp sadece simetri üzerinden konuşabilirdik:

-osman, bak evren hiç simetrik değil, demek ki onu kimse yaratmamış, biri yaratsa simetrik olurdu...

+hadi oradan sayın evrimciğim, simetrik olması gerektiği senin varsayımın sadece, tanrı pekala gördüğü lüzum üzerine simetrik olmayan bir şey de yaratmış olabilir.

-iyi de denge, altın oran, pi, öklit felan?

+tamam da sen tanrı'yı basit bir marangoz gibi algılıyorsun. adam bir sandalye yapar, dengeli olsun ki, oturan üstünden düşmesin. senin algına göre evrenin de dengeli bir sandalye gibi olması lazım, eğer biri onu bilerek meydana getirmişse. bu durumda sen evrenin fonksiyonunu anlamıyorsun demek ki...

-nası mesela yani?

+mesela evreni sen tasarlasaydın, "iyi" olması için yoldan geçenlerin kafasına saksı düşmeyen bir tasarım olurdu. sana göre mükemmel yani. halbuki olay o değil, evren yoldan geçerken kafana saksı düşmesi gereken bir yer.

-niye kü?

+sence?
#694280 - sirkencubin  - 16.09.2009   09:35

kötülük konusuna gelince:

--- alıntı ---

allah hakkında söylenen "sonsuz iyi" biraz hristiyan teolojisinden veya felsefe kitaplarından çıkmış gibi duruyor, islam'ın allah inancı üzerinde konuşurken esmaü'l-hüsna'yı esas almak daha yerinde olur. diğer türlüsü dublaj/ adaptasyon/ oturmamış konfeksiyon ürünü havası taşıyor. hristiyanlığın tanrı anlayışı hakkında geliştirilmiş felsefi çözümlerin, islamın tanrı anlayışı için de aynen tekrarlanabileceğini düşünmek yerine, önce bu sistem nasıl bir şey sunuyor, ona bakmak daha yerinde olur. çözümlemelerin hangi oranda tekrarlanabileceğine dair görüşler, ancak bu yapıldıktan sonra anlam kazanabilir.

kelamcılar, akaidciler arasında allah'ın şer (kötülük) yaratması hakkında bir takım tartışmalar mevcut. mutezile allah'ın kötülük yaratmayacağını düşünüyor, buradan da kulların kendi fiillerinin yaratıcısı olduğu sonucuna varıyor. ehl-i sünnet ise, kötü fiilin yaratılmasının bizatihi kötülük olmadığı, ancak kulun seçiminin kötülük olduğu tarzında bir görüş ortaya koyuyor. konuyu araştırmak isteyebilecekler için, bu konuyla ilgili önemli bir kavram istitaat, hatırladığım kadarıyla, kader bahsiyle de ilgili bu, ayrıntılı bir okuma daha fazla bir kavrayış sağlayacaktır.

kısaca söylersek: ortada bir takım seçimler yapan bir kul ve kul ne seçerse onu yaratan bir tanrı var. olayın anafikri seçimler, sonuçları değil. elinizde bir kumanda cihazı var, ama hiçbir şeye kumanda etmiyor aslında, sadece siz hangi düğmeye basarsanız, onunla ilgili eylem, sizin dışınızda bir güç tarafından gerçekleştiriliyor. dışarıda gerçekleşenler sadece, sizin seçim yapmanız için kurgulanmış şeyler. siz öldürmekle öldürmemek arasında seçim yapabilesiniz diye öldürme diye bir fiil var mesela. dışarıda olan her şeyin bir simülasyon olduğunu düşünün bir an, iyilik-kötülük diye bir şey yok, sadece bir odaya kapanmış elindeki kumandayla oynayan biri var. öldürme tuşuna bastığında kimse ölmüyor, hırsızlık tuşuna bastığında kimsenin bir şeyi çalınmıyor, kimsenin malı mülkü de yok aslında, kimse de yok aslında, sanal gerçeklik ortamında bir oyun oynuyorsunuz. bütün fiziksel uzay, denenmeniz için var edilmiş bir simülasyon odası, seçimlerinizden başka bir gerçek yok... böyle bir kurgu içinde, yani çatı iyilik-kötülük üzerinden değil seçimler üzerinden kurulduğunda, niye kötülük var demenin anlamı kalmıyor. niye kötülük var sorusu, seçimlerinizin sonuçlarını görebilmeniz için şeklinde cevaplanabilir, böyle bir bağlamda. kötü ya da iyi, eylemleriniz, eylemlerinizin sonuçları ayrıntı sadece, aslolan seçimleriniz. "iyi ama bu bir simülasyon değil, tetiği çekiyorsunuz ve adam ölüyor, bu nasıl ayrıntı" denebilir. eğer adam ölmeseydi, seçim yapmanın bir ciddiyeti kalmazdı.

tanrı niye insanlara bu oyunu oynatıyor? görülen o ki, insanları bu oyunu oynasınlar diye yaratmış, varlığınızın anlamı bu. kurgu niye böyle? bilmiyorum, inanmak için bunu bilmem gerekmiyor.

(http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=11948220)

--- alıntı ---

#694285 - sirkencubin  - 16.09.2009   09:40

allah'ın var olmadığını kanıtlayan bir şey yoktur. var olduğuna dair ayetler, deliller vardır, lakin mükellefler için var olduğunun da kanıtı yoktur, kanıt gayb perdesinin kaldırılması demektir, inanmak-inanmamak gibi bir seçeneğinizin kalmaması demektir. kanıt olmaksınız inanmakla mükellefsiniz. hiçbir şeyi seçmeye mahkum değilsiniz, eğer ciddiye alabildiğiniz yüz elli tane dinden haberdar iseniz, hepsini inceleyip mantığınız ve vicdanınızla bir seçim yapabilirsiniz. tahkiki bırakıp taklitle yetinmek, atalara takılmaya devam etmek de netice itibariyle bir seçimdir.

--- alıntı ---

islam inancında gaybe iman esastır.

kitab'ı okuduğunuzda, neden kitabın "yoruma kapalı" olmadığı hakkındaki bilgiyi de içinde buluyorsunuz. bu bir sınav ve kitabın gönderiliş amacı sizi inanmaya zorlamak değil. zakkum ağacı hakkında bir pasaj geçiyor mesela, bu ağacın kitab'da geçmesinin bir sınav vesilesi olduğu belirtiliyor. cehennem'de bir ağaç bu ve okuyanların bir kısmının itiraz etmesine sebep oluyor, "ateşin içinde ağaç mı olur" diye. oysa buna inanabilmek ya da inanamamak zihninizi nasıl çalıştırdığınıza bağlı. inanmaya niyetiniz yoksa "de get" deyip geçiyorsunuz. inanmaya niyetiniz varsa, "amenna, allah isterse ağacı yakmayan bir ateş, ateşte yanmayan bir ağaç yaratabilir" diyorsunuz. yine kitab'ın bir yerinde içindeki ayetlerin bazısının muhkem, bazısının müteşabih olduğu bildiriliyor ve insanların bazısının muhkem ayetlerin ışığında müteşabih ayetleri anladığına, bazısınınsa müteşabihlerden yola çıkarak keyiflerine göre anlam çıkardığına işaret ediliyor. özetle inanmak öyle hazır lop, armut piş ağzıma düş şeklinde bir olay değil. gaybe iman kavramı önemli bir kavram. kendilerine peygamber gönderilen toplumlarda insanlar, "madem inanmamızı istiyorsun, şu mucizeyi göster, bu mucizeyi göster" şeklinde taleplerde bulunmuşlar. oysa kitapta ısrarla eğer o mucizeler kendilerine gösterilirse, azab vaktinin gelmiş olacağı belirtiliyor. bunun anlamı şu, inanmak zorunda kalmadan önce inanmanız gerekiyor. olay artık itiraza mahal bırakmayacak bir "ispatla" ortaya çıkmışsa, ortada sınav diye bir şey kalmaz. yazılı sınav esnasında hoca size cevap anahtarını gösterebilir, ama o anda sınavınız bitmiş olur, cevapları gördükten sonra kağıda yazacaklarınızın anlamı kalmaz, kağıdınızı alır hoca. bu yüzden bir mucize gösterildiği zaman bile inanmaya zorlanmamış insanlar. mucizeyi görenlerin bir kısmı inanmış, bir kısmı da sihir yapıldı gibi başka açıklamalarla inançsızlıklarını sürdürmüş. size tanınan süre dolmadan önce mutlak bir ispat görmenize izin verilmez, olay henüz gayb halindeyken inanmayı becerebilmeniz gerekiyor.

(http://sozluk.sourtimes.org/)

iman/@sirkencubin

--- alıntı ---

#694335 - sirkencubin  - 16.09.2009   10:23

insanların çoğu rahatı seçer, lakin bu topluluğa rağmen seçim yapan kişilerin varolmasına engel değildir. din kültür demek olsa da, kültür bir kere yüklenen ve hiç değişmeyen bir şey değildir. bir tek kişi, neredeyse bütün toplumun düşmanlığını çeken bir öğretiyle ortaya çıkıyor ve yirmi sene zarfında bütün toplum bu kişinin peşine düşüyor ve zamanla daha başka toplumlar da, eğer kültür kavramına katı deterministik bir şekilde yaklaşırsak, bunu açıklayamayız. mazlum hristiyanlığın ceberrut roma'ya rağmen yayılmasını, budizmin pasifist öğretisine rağmen koca bir kıtanın yarısına yayılmasını açıklayamayız. insanın içinde taklide yönelik bir eğilim de var, tahkike de ve herkes bunların arasında seçim yapabilecek kudrette, sorumluluk da buradan çıkıyor.

neticede allah'ın varolmadığını ispatlayan bir şey bulup çıkarabilmiş olmuyoruz, konu ekseninden kaymaya başlıyor, galiba bu sebepten...
#694491 - sirkencubin  - 16.09.2009   11:45

bir şeyin varolduğuna dair bir kanıt olmaması, varolmadığına dair kanıt değildir. şunu ya da bunu seçebilirsiniz, seçiminiz için bir takım gerekçeleriniz olabilir, kanıt kavramının bunlarla bir ilgisi yok, kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor.
#694545 - sirkencubin  - 16.09.2009   12:11

kanıtsızlık bir kanıt değildir. kanıtsızlık hüküm verilemiyor demektir. mahkeme süreci ile bunu karıştırmak demagojiye giriyor, ama aslında orada da durum farklı değil. mahkemede delil yetersizliğinden davanın düşmesi kişinin suçsuzluğunun ispatlandığı anlamına gelmez, suç ispatlanamadığı için ceza verilmemiştir sadece, ceza verilmeyen kişi pekala suçlu da olabilir. bir kısım suçsuzları cezalandırmaktan kaçınmak üzere, bir kısım suçluları cezasız bırakmayı göze aldığımız için koyduğumuz bir usã»l kuralıdır bu.
#694581 - sirkencubin  - 16.09.2009   12:29

konuyu kanıt arama kısırlığında boğan derin arkadaşlar için biraz flashback yapalım:

--- alıntı ---

hz. muhammed aleyhisselatü vesselam efendimiz'in gerçekten allah'ın elçisi olup olmadığını karara bağlamak yönünde bir dava sözkonusu değil, bunu herkes kendisi bir karara bağlar, evrensel bir konsensüs beklemiyoruz, kimseye bir şey kanıtlamaya çalışan yok. birilerinin peşinizden gelmesi haklı olduğunuzu ispat etmiyor olabilir -etse esas gerçeğin ne olduğuna oylama yoluyla karar verebilirdik- ama yüz bin kişinin, bir milyar kişinin izlediği bir deliden bahsetmeden önce, durup, susup, yutkunup, tekrar düşünmek gerekir. konuyu "okuyun perspektif edinin, yoksa sirf totolojiyle bir yere varilmaz hayatta, okuz gelip okuz gider insan" şeklinde bir retorikle ortaya koymak, kusura bakmayın, ama buradan bakınca gerçekten de insanları salak yerine koymak gibi görünüyor.

bir inanca ulaşmak için akıl önemli bir araç, ama tek başına belirleyici değil. insanların çoğu zaman sorgulamadan inandıkları da bilinen bir şey, bununla ilgili olarak tahkiki iman ve taklidi iman kavramlarına göz atılabilir. aklını kullanmakla bilimi ve felsefeyi baz almak aynı şey değil. bir sonuca varmak için seçilen vasıtalar ve gerekli görülen tahkik seviyesi kişiye göre değişir, falanca için "babam öyle diyo" yeterli bir açıklamayken, filan yeryüzünün bütün fikri mirasını incelese bile bir karara varamayabilir. bir inanca sahip olmak için bir hayli mürekkep yalayıp, literatürü yutmayı şart koşarsak yeryüzü nüfusunun çoğunluğunun hiçbir şeye inanmayacağını baştan kabul etmemiz gerekir. yeterli altyapı konusundaki görüşler de, inancı neyin sağlam ve değerli kılacağı konusundaki görüşler de ancak söyleyeni bağlar. (ironik gelebilecek bir "kocakarı" örneği var, tam metnini bulabilirsem, bir yerlere eklerim belki.) bunların yanında islam'ın demografik tutumu tasvip ettiğini düşünmek yanlış ("ya babaları bir şey bilmiyor idiyse?"), bu durumda eleştiri islamiyet dışında bir şey öğrenmemiş olmaktan çıkıyor, islamiyet'i iyi öğrenmemiş olmaya dönüyor. insanların inançlarını ailelerinden almaları bir tesadüf değil (çocuklar islam fıtratı üzerinde doğarlar, sonra ana-babalarının etkisiyle başka dinlere girerler), fakat bunların konuyla bir ilgisi yok, inançların sorgulanması garipsenmiyor, bunda tuhaf bir şey yok, konunun takdim ediliş tarzı dışında. kendi totolojilerinizin içinden konuşup başkalarını öküz olmakla itham ederken atladığınız nokta, onların da ömürlerinin herhangi bir anında "acaba?" demediklerini varsaymaktır.

kimseyi korkutmak gibi bir niyet sözkonusu değil, elde bir mesaj var, bir uyarı, o aktarılıyor. bu uyarının inanmak için tek sebep olduğu veya bu dünya hayatı içinde test edilip ispat edilebileceği yahut çürütülebileceği gibi bir şeyden bahsetmedim. diğer taraftan doğruluğunun açık seçik seçik görülebileceği bir günün geleceğine inanıyorum -inanmıyorsanız elbette size bir şey ifade etmeyecektir- ama dilerim o gün de birilerine hayırlı günler dileyebilecek kadar neşeli olursunuz. umarım böyle bir günü görme olasılığını da sorgulamanıza dahil etmişsinizdir. özgür irade, eğer doğrunun ve yanlışın ne olduğuna kendi başınıza karar verebileceğiniz anlamındaysa, öyle bir şey yok zaten. size gönderilen mesajla doğrunun ve yanlışın ne olduğu dikte ediliyor, bir takım emirler ve yasaklarla mükellef kılınıyorsunuz. özgür iradeniz sadece mesajı onaylayıp onaylamamak ve gereğini yerine getirip getirmemek konusunda. seçiminizi yaptıktan sonra, sonucunu göğüslemeye de hazır olmalısınız.

geldik temel noktaya: "sorgulanan sistemi, o sistemin sinirlari icinde kalan, dolayisiyla harici bir referans noktasi tarafindan onaylanamayacak bir iddiayla savunulamaz." ben bunun tam aksini düşünüyorum, bir sistemi harici noktalarla savunmaya çalışmak abesle iştigal. bir sistemi ancak kendi çerçevesi içinde tutarlı olup olmamak konusunda sorgulayabilirsiniz. bütün insanlık için kabulü zorunlu bir "evrensel harici nokta" yok. bir fizikçi iddiasını deneylerle ispatlamaya çalıştığı zaman bir harici nokta kullanmış olmaz, aksine kabul ettiği sistemin içinde kalarak iddiasını desteklemeye çalışır. tartışma için bir ortak zemin, paylaşılan başlangıç noktaları olması gerekir. bilimsel bir teori bilim çerçevesi içinde anlam ifade eder. sorgulamanıza kendinizin dışında gözlemlenebilir bir dünya olduğu varsayımıyla başlıyor ve tümevarım metoduyla bir şeylerin ispatlanabileceği varsayımıyla devam ediyorsanız, bu noktadan sonra söyleyeceğiniz hiçbir şey, bu varsayımlarınızı paylaşmayan biri için anlamlı değildir. ya da bir konunun akıl yoluyla çözümlenebileceğini düşünerek sıraladığınız argümanlar, konuyu akıl ötesi bulan biri için bir şey ifade etmez. fizik teorilerini fizik sistemi içinde kalarak sorgularsınız, insanlar bilimsel olarak haklı olup olmadığınıza kendilerine göre bir karar verirler. başka bir sistemin teoriniz hakkındaki eleştirisi, siz o sisteme inanmıyorsanız size bir şey ispatlamaz. mesela bilime inanıyorsanız ve kur'an'a inanmıyorsanız, herhangi birinin harici nokta olarak kur'an'ı referans alarak ortaya koyduğu eleştiriler sizi bağlamaz. x dininin geçerliliğini y bilimiyle veya z felsefesiyle sorgulayan biri, y bilimini veya z felsefesini temel alıyor demektir, x dinini de temel inancı üzerinde bir noktaya oturtmuş olur. benim yaptığım da y bilimi üzerinden yapılan sorgulamaya, x dini üzerinden müdahale ederek insanları ikna etmeye çalışmak değildi. sadece islam'ın kendi sistemi içinde bu konuda ne söylediğini aktardım. hz. peygamber'in deli olmadığını söylemek için tek sebebim, kur'an'da öyle yazması değil. üstelik kur'an'ı hz. peygamber vasıtasıyla öğrendiğimizi, dolayısıyla inanmayan biri için, bu ayetin onun kendisi hakkında kendisinin söylediği bir şey olacağının da farkındayım. anlaşılmayan nokta şu, ne öne sürülen nedenleri sorgulamak ne de inancımın neye dayandığından bahsetmek gibi bir şeye ihtiyacım var, çünki ortaya atılan iddiayı değerlendirmiyorum, veri havuzunuza bir katkıda bulunuyorum, başka bir pencereden bakmış olsaydınız ne görebilirdiniz, onu işaret ediyorum. bunu değerlendirip değerlendirmemek sizin sorununuz.

evren gibi, hayat gibi, insan bilinci gibi konularda getirilen açıklamaları harici neden olarak görüyorsanız ortada bir yanlışlık var. evrenden bahsettiğimizde, tek, ortak, standart bir evrenden bahsetmiyoruz, bakış açısına, çizilen çerçeveye göre değişen bir evren algısından bahsediyoruz. evren münhasıran bilimin veya felsefenin konusu değil, din evrenden bahsettiği zaman, bunu bilime ait bir nesneyi ödünç alarak yapmaz, kendisine ait bir nesneyi kullanır. bir astrofizikçi gökcisimlerinin hareketlerinden bahsettiği zaman bir takım bilimsel olgular hakkında konuşmaktadır. oysa bir din adamı gökcisimlerinin hareketlerinden bahsettiği zaman, bir bilimsel olgudan bahsetmemektedir, bir ayetten bahsetmektedir. bilimsel verilerden evreni -kevnã® ayetleri- okumak için bir araç olarak yararlanabilirsiniz, ispatlayıcı bir kaynak olarak değil. evren hakkında düşünmekle, bilim hakkında düşünmek aynı şey değildir. bilim evren hakkında sorgulanabilir bir takım tasvir ve açıklamalar sunar bize -evrenin kendisini değil- bunları hangi oranda ciddiye alacağınız ayrı bir meseledir. bilimi inanç için referans alsaydınız, bilim değiştikçe inancınız da değişmiş olurdu. bu da inandığınızı iddia ettiğiniz sisteme değil, benimsediğiniz bilimsel metoda inandığınız anlamına gelirdi. oysa din metodu ne kadar kerameti kendinden menkulsa, bilim metodu da o kadar kerameti kendinden menkul.

"akletmiyor musunuz?" diyen bir dine inanan birinin "inanç işleri akla mantığa uymaz" demesi sözkonusu olmasa gerek, inanç ve akıl tamamen apayrı platformlarda değil. ne var ki inanç aklın kapsama alanıyla da sınırlı değil. gerçekten "bu inanc isleri akla mantiga uymaz kardesim, bosuna sorgulama, bunlarin hicbir anlami yok; ben inaniyorum ve bunu ne senin aklina ne de kendi aklima anlatmak zorunda degilim" diyen birileri varsa yanılıyorlar, yahut belki de birileri başka bir şeyler söylüyor, ama anlatamıyorlar/ anlamıyorsunuz. söylenen, bence söylenmesi gereken şu: "benim inancım, benim aklıma, mantığıma uyuyor kardeşim, seninkine uymuyorsa sana bir şey ispatlamak zorunda değilim, uyarsa inanırsın, uymazsa inanmazsın." aklı kullanmak herkesi aynı sonuca ulaştırsaydı, bütün akıllı insanlar aynı şeyleri düşünüyor olurdu. halbuki akıllar pazara çıkınca yine herkes kendininkini alıyor. akıl bir yerler ulaşabilmek için önemli bir araç, ama tek başına belirleyici değil. bir araba gibi düşünün, falan arabasına biner hanya'ya gider, filan arabasına biner, konya'ya gider (konya'da güzel etli ekmek yapıyorlar, kastamonu'da daha güzel yapıyorlar diye bir iddia da var, ama sonuçta ikisini de karnıyarığa tercih ederim. cehennem menüsü ise kitab'da zakkum olarak bildiriliyor), feşmekanın arabası ise bozuktur, hiçbir yere gidemez.

"inanclar, henuz bilimin kesinligine ulasamamis veya dogasi itibariyle hicbir zaman ulasamayacak teorilerdir, o kadar." bunun üzerinde uzun uzun konuşmayacağım; bilim, inançların kesinliğine ulaştığı zaman gelin size bir çay ısmarlayayım. birileri aristo'nun peşinde gezmekten vazgeçip bilim diye bir şey icat etmişlerse, bunun sebebi "kesin" kavramının gaz yapması. var olup olmadığına bile, sobanın başında epeyce bir kaşındıktan sonra karar verebilen bir adam vardı, hatırlarsanız, ortalığı epeyce karıştırdı, sayesinde ozon tabakasını bile delebildik.

konu bence de bilgi meselesi ile ilgili, ama meseleye benim yazabileceğimin epey ötesinde bir giriş yapılmış olduğunu gördüğüm için sözün orasını fazla uzatmamaya çalışacağım. daha önce inanç ve bilginin birbirinden bağımsız olduğunu düşünüyordum (daha önce ne düşündüğümü merak edenler garajımdaki ejderha başlığına bakabilirler). ancak sonra bilginin de sonuçta bir inanç meselesi olduğu kanaatine vardım. özetle, daha önce inancın gaybla ve bilginin de şehadetle ilgili olduğu fikrindeydim, ama şehadetin bilgiye dönüşmesi için de inanmak gerekiyor, yani gördüğünüzü bir bilgi olarak kaydedebilmek için gördüğünüze inanmanız gerekiyor. bilgiye ulaşmak için kullandığımız farklı sistemler var, bunların herbiri farklı beşeri bakış açılarından hareket ediyorlar ve hiçbiri bütün insanlık için zorunlu değil. bilmek için hangi yolu kullandığınız bir seçim meselesi. ister "abdullah'ın oğlu'nun" "görüşlerini" referans alın, ister dekart veya sokrat gibi çok bilmişlerinkileri, sonuçta bilginiz sadece sizinle aynı başlangıç noktalarını seçenleri bağlayacaktır. bu sebeple inanan birinin, başkasını da aynı şeye inandırmak gibi bir meselesi olamaz, sadece hangi yoldan gittiğinizi ona da gösterirsiniz, kendi seçmini yapar. islam'ı benimseyen biri için esas tebliğdir, başkalarını müslüman yapmak gibi bir "misyon" sözkonusu değildir, dolayısıyla ortada bir ikna gayretinin olması şart değildir. islami bakış açısına göre ortada bir sınav vardır ve sınavın şartları gereği cevaplar açıklanmamıştır, gaybe iman istenir. gayb şartları ortadan kalktığında sınav da bitmiş olur, bu noktada iman etmeniz bir şey ifade etmez. kıyametin koptuğunu gördüğünüzde, "haa, lan doğruymuş" demeniz anlamsızdır, sınav bitmiştir, geçmiş olsun. dolayısıyla yüzyüze olduğunuz konu, olası gerçeklerden birini seçmektir. bir zorunlulukla karşı karşıya değilsiniz. gerçeğin ne olduğu konusundaki görüşlerin herbiri, ancak söyleyeni ve onun bakış açısını paylaşanları bağlayan, "kerameti kendinden menkul" söylemlerdir.

hz. peygamber'in nöropsikiyatrik bir sorununun olup olmadığı konusu ilk defa ekşi sözlük'te gündeme getirilmiş değil. hz. peygamber risaletini tebliğ etmeye başladığında, mekke müşrikleri de toplanıp ihtimalleri değerlendirdiler. karşılarındaki şahsı yakından tanıyorlardı. yalancı diyemediler. şair, kahin, mecnun ve sihirbaz olması ihtimalleri üzerinde durdular, hiçbirini yakıştıramadılar. geriye kalan onun gerçekten peygamber olması ihtimaliydi, bunu kabul etmeyi gururlarına yediremediler veya menfaatlerine uygun görmediler. sonuçta sihirbaz demeye karar verdiler. anlamsız sözler söyleyip aya gittiğini iddia eden bir takım mistiklerle hz. peygamber arasında benzerlikler görüp bundan bir itham türetmeye çalışmak ya insafsızlıktır veya konuyu yeteri kadar incelememiş olmanın göstergesidir. araştırmaya devam ederseniz, olayın o kadar da basit olmadığını göreceksiniz.

ne bizim öküz olduğumuzu düşünmeniz, ne de efendimizin deli olduğunu düşünmeniz bizden bir şey eksiltir, düşüncenizi ortaya koyma biçiminiz de seçiminizden ibaret. söylediğimiz sadece şuydu: demek öyle düşünüyorsunuz, ama biz öyle düşünmüyoruz. bize göre bu bir sınav, sonuçları sınav bittiğinde öğreneceksiniz (aynen öyle, çıkışta görüşeceğiz).

--- alıntı ---

ve de

--- alıntı ---

...

bahsi geçen türde harici noktalar var tabii ki. "kitab'da yazanlar doğrudur, çünki kitab'da yazıyor" gibi bir durumla sınırlandırılmış değiliz. elbette harici noktaların hiçbiri kimseyi inanmaya zorlamıyor, insan isterse her şeye bir alternatif açıklama getirebilir, bir kulp takabilir. tuhaf görünecek belki, ama harici noktaların birincisi kitab'ın kendisi. kur'an hz. peygamber'in mucizeleri arasında sayılır. sadece "bakın dedenizle nineniz cennet'teydi, şeytan'a uydular fena oldu. akıllı olun..." demiyor. insan sözü olması sözkonusu olmayan mucizevi bir kelam (hemen not edelim, diğer mucizeler gibi, buna da "yok öyle değil, saylanmaz" diyebileceğinizi gözardı etmiyoruz). belagatiyle mucizevi. hz. peygamber'in dönemi arap edebiyatının zirvede olduğu bir dönem, şiir bir hayli revaçta. en usta şairlerin eserleri kabe duvarında sergileniyor. kendi dilleri, toplumları, dönemleri itibariyle "şiirin efendileri" denebilecek kişiler, kur'an nazil olduktan sonra, şiirlerini kabe duvarından elleriyle ilgileniyorlar. duyanlar "bu insan sözü olamaz" diyor. geçmişten ve gelecekten verdiği haberlerle mucizevi. tek örnek zikredip geçeceğim: hudeybiye antlaşması görünüşte müslümanların aleyhine. oysa fetih suresinde zafer olarak vasıflandırılıyor ve gerçekten de sonuçlarıyla bir zafere dönüşüyor. ikinci harici nokta efendimiz'in kişiliği, güvenilirliği. "aynı mantıkla mesela buda'ya da inanılabilir" diyeceksiniz, ama en azından yalan söylemiş olması ihtimalini listenin en altına indirir bu. üçüncü nokta mucizeler. dördüncü nokta evren. (üçüncü ve dördüncü noktaları açıklamayacağım, yerim dar, uykum var. mucizelerin neler olduğunu merak eden eminim hz. google’dan bilgi edinebilir.)

...

--- alıntı ---

hepsi ve daha fazlası için:

(http://sozluk.sourtimes.org/)

hz. muhammed/@sirkencubin
#694603 - sirkencubin  - 16.09.2009   12:38

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder