---
not: allah'ın var olmadığını kanıtlayan bir şey yok, sayın savcım; dikkat edeceğiniz üzere, bu fikri eleştiriyorum ben de
---
mükemmel
kavramı üzerinden tartışılması havanda su dövmekten ibaret bir bahis. aslında
gayet güzel izah edilmiş, ama muhtasar olunca idiotproof olamıyor, binaenaleyh
et-tekrarü ahsen...
mükemmellik
kavramını simetri özelliğine indirgediğimizi varsayalım. bu durumda
simetrik olan her şey mükemmel olacak ve simetrik olmayan hiçbir şey
mükemmel olmayacak bize göre. bu durumda mükemmel kelimesini ortadan kaldırıp sadece
simetri üzerinden konuşabilirdik:
-osman, bak
evren hiç simetrik değil, demek ki onu kimse yaratmamış, biri yaratsa simetrik
olurdu...
+hadi oradan
sayın evrimciğim, simetrik olması gerektiği senin varsayımın sadece, tanrı
pekala gördüğü lüzum üzerine simetrik olmayan bir şey de yaratmış olabilir.
-iyi de
denge, altın oran, pi, öklit felan?
+tamam da
sen tanrı'yı basit bir marangoz gibi algılıyorsun. adam bir sandalye yapar, dengeli
olsun ki, oturan üstünden düşmesin. senin algına göre evrenin de
dengeli bir sandalye gibi olması lazım, eğer biri onu bilerek meydana getirmişse. bu durumda
sen evrenin fonksiyonunu anlamıyorsun demek ki...
-nası mesela
yani?
+mesela
evreni sen tasarlasaydın, "iyi" olması için yoldan geçenlerin
kafasına saksı düşmeyen bir tasarım olurdu. sana göre mükemmel yani. halbuki
olay o değil, evren yoldan geçerken kafana saksı düşmesi
gereken bir yer.
-niye kü?
+sence?
#694280 - sirkencubin - 16.09.2009
09:35
kötülük
konusuna gelince:
--- alıntı ---
allah
hakkında söylenen "sonsuz iyi" biraz hristiyan teolojisinden veya
felsefe kitaplarından çıkmış gibi duruyor, islam'ın allah inancı üzerinde konuşurken
esmaü'l-hüsna'yı esas almak daha yerinde olur. diğer türlüsü
dublaj/ adaptasyon/ oturmamış konfeksiyon ürünü havası taşıyor. hristiyanlığın tanrı
anlayışı hakkında geliştirilmiş felsefi çözümlerin, islamın
tanrı anlayışı için de aynen tekrarlanabileceğini düşünmek
yerine, önce bu sistem nasıl bir şey sunuyor, ona bakmak
daha yerinde olur. çözümlemelerin hangi oranda tekrarlanabileceğine dair
görüşler, ancak bu yapıldıktan sonra anlam kazanabilir.
kelamcılar, akaidciler
arasında allah'ın şer (kötülük) yaratması hakkında bir takım tartışmalar
mevcut. mutezile allah'ın kötülük yaratmayacağını düşünüyor, buradan da
kulların kendi fiillerinin yaratıcısı olduğu sonucuna varıyor. ehl-i
sünnet ise, kötü fiilin yaratılmasının bizatihi kötülük olmadığı, ancak
kulun seçiminin kötülük olduğu tarzında bir görüş ortaya koyuyor. konuyu
araştırmak isteyebilecekler için, bu konuyla ilgili önemli bir kavram
istitaat, hatırladığım kadarıyla, kader bahsiyle de ilgili bu, ayrıntılı
bir okuma daha fazla bir kavrayış sağlayacaktır.
kısaca
söylersek: ortada bir takım seçimler yapan bir kul ve kul ne seçerse onu
yaratan bir tanrı var. olayın anafikri seçimler, sonuçları değil. elinizde
bir kumanda cihazı var, ama hiçbir şeye kumanda etmiyor aslında, sadece siz
hangi düğmeye basarsanız, onunla ilgili eylem, sizin dışınızda bir
güç tarafından gerçekleştiriliyor. dışarıda gerçekleşenler sadece, sizin
seçim yapmanız için kurgulanmış şeyler. siz öldürmekle öldürmemek
arasında seçim yapabilesiniz diye öldürme diye bir fiil var mesela. dışarıda olan
her şeyin bir simülasyon olduğunu düşünün bir an, iyilik-kötülük diye bir şey yok, sadece bir
odaya kapanmış elindeki kumandayla oynayan biri var. öldürme
tuşuna bastığında kimse ölmüyor, hırsızlık tuşuna bastığında
kimsenin bir şeyi çalınmıyor, kimsenin malı mülkü de yok aslında, kimse de yok aslında, sanal
gerçeklik ortamında bir oyun oynuyorsunuz. bütün fiziksel uzay, denenmeniz için
var edilmiş bir simülasyon odası, seçimlerinizden başka bir gerçek
yok... böyle bir kurgu içinde, yani çatı iyilik-kötülük üzerinden değil
seçimler üzerinden kurulduğunda, niye kötülük var demenin anlamı
kalmıyor. niye kötülük var sorusu, seçimlerinizin sonuçlarını görebilmeniz için
şeklinde cevaplanabilir, böyle bir bağlamda. kötü ya da
iyi, eylemleriniz, eylemlerinizin sonuçları ayrıntı sadece, aslolan
seçimleriniz. "iyi ama bu bir simülasyon değil, tetiği
çekiyorsunuz ve adam ölüyor, bu nasıl ayrıntı" denebilir. eğer adam
ölmeseydi, seçim yapmanın bir ciddiyeti kalmazdı.
tanrı niye
insanlara bu oyunu oynatıyor? görülen o ki, insanları bu oyunu oynasınlar diye
yaratmış, varlığınızın anlamı bu. kurgu niye böyle? bilmiyorum, inanmak
için bunu bilmem gerekmiyor.
(http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=11948220)
--- alıntı ---
#694285 - sirkencubin - 16.09.2009
09:40
allah'ın var
olmadığını kanıtlayan bir şey yoktur. var olduğuna dair
ayetler, deliller vardır, lakin mükellefler için var olduğunun da
kanıtı yoktur, kanıt gayb perdesinin kaldırılması demektir, inanmak-inanmamak
gibi bir seçeneğinizin kalmaması demektir. kanıt olmaksınız inanmakla
mükellefsiniz. hiçbir şeyi seçmeye mahkum değilsiniz, eğer ciddiye
alabildiğiniz yüz elli tane dinden haberdar iseniz, hepsini inceleyip mantığınız ve
vicdanınızla bir seçim yapabilirsiniz. tahkiki bırakıp taklitle yetinmek, atalara
takılmaya devam etmek de netice itibariyle bir seçimdir.
--- alıntı ---
islam
inancında gaybe iman esastır.
kitab'ı
okuduğunuzda, neden kitabın "yoruma kapalı" olmadığı
hakkındaki bilgiyi de içinde buluyorsunuz. bu bir sınav ve kitabın gönderiliş amacı
sizi inanmaya zorlamak değil. zakkum ağacı hakkında bir pasaj geçiyor mesela, bu ağacın kitab'da
geçmesinin bir sınav vesilesi olduğu belirtiliyor. cehennem'de
bir ağaç bu ve okuyanların bir kısmının itiraz etmesine sebep oluyor, "ateşin içinde
ağaç mı olur" diye. oysa buna inanabilmek ya da inanamamak zihninizi
nasıl çalıştırdığınıza bağlı. inanmaya niyetiniz yoksa "de get"
deyip geçiyorsunuz. inanmaya niyetiniz varsa, "amenna, allah isterse ağacı
yakmayan bir ateş, ateşte yanmayan bir ağaç yaratabilir" diyorsunuz.
yine kitab'ın bir yerinde içindeki ayetlerin bazısının muhkem, bazısının müteşabih olduğu
bildiriliyor ve insanların bazısının muhkem ayetlerin ışığında
müteşabih ayetleri anladığına, bazısınınsa müteşabihlerden
yola çıkarak keyiflerine göre anlam çıkardığına işaret ediliyor. özetle
inanmak öyle hazır lop, armut piş ağzıma düş şeklinde bir olay değil. gaybe iman
kavramı önemli bir kavram. kendilerine peygamber gönderilen toplumlarda
insanlar, "madem inanmamızı istiyorsun, şu mucizeyi göster, bu
mucizeyi göster" şeklinde taleplerde bulunmuşlar. oysa
kitapta ısrarla eğer o mucizeler kendilerine gösterilirse, azab vaktinin
gelmiş olacağı belirtiliyor. bunun anlamı şu, inanmak
zorunda kalmadan önce inanmanız gerekiyor. olay artık itiraza mahal
bırakmayacak bir "ispatla" ortaya çıkmışsa, ortada
sınav diye bir şey kalmaz. yazılı sınav esnasında hoca size
cevap anahtarını gösterebilir, ama o anda sınavınız bitmiş olur, cevapları
gördükten sonra kağıda yazacaklarınızın anlamı kalmaz, kağıdınızı
alır hoca. bu yüzden bir mucize gösterildiği zaman bile inanmaya
zorlanmamış insanlar. mucizeyi görenlerin bir kısmı inanmış, bir kısmı da sihir
yapıldı gibi başka açıklamalarla inançsızlıklarını sürdürmüş. size
tanınan süre dolmadan önce mutlak bir ispat görmenize izin verilmez, olay henüz
gayb halindeyken inanmayı becerebilmeniz gerekiyor.
(http://sozluk.sourtimes.org/)
iman/@sirkencubin
--- alıntı ---
#694335 - sirkencubin - 16.09.2009
10:23
insanların
çoğu rahatı seçer, lakin bu topluluğa rağmen seçim yapan kişilerin
varolmasına engel değildir. din kültür demek olsa da, kültür bir kere yüklenen ve hiç
değişmeyen bir şey değildir. bir tek kişi, neredeyse
bütün toplumun düşmanlığını çeken bir öğretiyle ortaya çıkıyor ve yirmi sene
zarfında bütün toplum bu kişinin peşine düşüyor ve zamanla daha başka toplumlar
da, eğer kültür kavramına katı deterministik bir şekilde
yaklaşırsak, bunu açıklayamayız. mazlum hristiyanlığın
ceberrut roma'ya rağmen yayılmasını, budizmin pasifist öğretisine
rağmen koca bir kıtanın yarısına yayılmasını açıklayamayız. insanın
içinde taklide yönelik bir eğilim de var, tahkike de
ve herkes bunların arasında seçim yapabilecek kudrette, sorumluluk da buradan
çıkıyor.
neticede
allah'ın varolmadığını ispatlayan bir şey bulup çıkarabilmiş olmuyoruz, konu
ekseninden kaymaya başlıyor, galiba bu sebepten...
#694491 - sirkencubin - 16.09.2009
11:45
bir şeyin
varolduğuna dair bir kanıt olmaması, varolmadığına dair
kanıt değildir. şunu ya da bunu seçebilirsiniz, seçiminiz
için bir takım gerekçeleriniz olabilir, kanıt kavramının bunlarla bir ilgisi
yok, kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor.
#694545 - sirkencubin - 16.09.2009
12:11
kanıtsızlık
bir kanıt değildir. kanıtsızlık hüküm verilemiyor demektir. mahkeme süreci ile
bunu karıştırmak demagojiye giriyor, ama aslında orada da durum farklı değil. mahkemede
delil yetersizliğinden davanın düşmesi kişinin suçsuzluğunun ispatlandığı anlamına
gelmez, suç ispatlanamadığı için ceza verilmemiştir sadece, ceza
verilmeyen kişi pekala suçlu da olabilir. bir kısım suçsuzları
cezalandırmaktan kaçınmak üzere, bir kısım suçluları cezasız bırakmayı göze
aldığımız için koyduğumuz bir usã»l kuralıdır bu.
#694581 - sirkencubin - 16.09.2009
12:29
konuyu kanıt
arama kısırlığında boğan derin arkadaşlar için biraz flashback yapalım:
--- alıntı ---
hz. muhammed
aleyhisselatü vesselam efendimiz'in gerçekten allah'ın elçisi olup olmadığını karara
bağlamak yönünde bir dava sözkonusu değil, bunu
herkes kendisi bir karara bağlar, evrensel bir konsensüs
beklemiyoruz, kimseye bir şey kanıtlamaya çalışan yok. birilerinin peşinizden
gelmesi haklı olduğunuzu ispat etmiyor olabilir -etse esas gerçeğin ne
olduğuna oylama yoluyla karar verebilirdik- ama yüz bin kişinin, bir milyar
kişinin izlediği bir deliden bahsetmeden önce, durup, susup,
yutkunup, tekrar düşünmek gerekir. konuyu "okuyun perspektif edinin,
yoksa sirf totolojiyle bir yere varilmaz hayatta, okuz gelip okuz gider insan"
şeklinde bir retorikle ortaya koymak, kusura bakmayın, ama buradan
bakınca gerçekten de insanları salak yerine koymak gibi görünüyor.
bir inanca
ulaşmak için akıl önemli bir araç, ama tek başına
belirleyici değil. insanların çoğu zaman sorgulamadan inandıkları da
bilinen bir şey, bununla ilgili olarak tahkiki iman ve taklidi iman
kavramlarına göz atılabilir. aklını kullanmakla bilimi ve felsefeyi baz almak
aynı şey değil. bir sonuca varmak için seçilen vasıtalar ve gerekli
görülen tahkik seviyesi kişiye göre değişir, falanca için "babam öyle diyo"
yeterli bir açıklamayken, filan yeryüzünün bütün fikri mirasını incelese bile
bir karara varamayabilir. bir inanca sahip olmak için bir hayli mürekkep yalayıp,
literatürü yutmayı şart koşarsak yeryüzü nüfusunun çoğunluğunun hiçbir şeye
inanmayacağını baştan kabul etmemiz gerekir. yeterli altyapı konusundaki
görüşler de, inancı neyin sağlam ve değerli kılacağı konusundaki
görüşler de ancak söyleyeni bağlar. (ironik gelebilecek bir "kocakarı" örneği var, tam
metnini bulabilirsem, bir yerlere eklerim belki.) bunların yanında islam'ın
demografik tutumu tasvip ettiğini düşünmek yanlış ("ya
babaları bir şey bilmiyor idiyse?"), bu durumda eleştiri
islamiyet dışında bir şey öğrenmemiş olmaktan çıkıyor, islamiyet'i
iyi öğrenmemiş olmaya dönüyor. insanların inançlarını ailelerinden
almaları bir tesadüf değil (çocuklar islam fıtratı üzerinde doğarlar, sonra ana-babalarının
etkisiyle başka dinlere girerler), fakat bunların konuyla bir ilgisi yok, inançların
sorgulanması garipsenmiyor, bunda tuhaf bir şey yok, konunun
takdim ediliş tarzı dışında. kendi totolojilerinizin içinden konuşup başkalarını
öküz olmakla itham ederken atladığınız nokta, onların da ömürlerinin herhangi
bir anında "acaba?" demediklerini varsaymaktır.
kimseyi
korkutmak gibi bir niyet sözkonusu değil, elde bir mesaj var, bir uyarı,
o aktarılıyor. bu uyarının inanmak için tek sebep olduğu veya bu
dünya hayatı içinde test edilip ispat edilebileceği yahut çürütülebileceği gibi
bir şeyden bahsetmedim. diğer taraftan doğruluğunun açık seçik seçik görülebileceği
bir günün geleceğine inanıyorum -inanmıyorsanız elbette size bir şey ifade
etmeyecektir- ama dilerim o gün de birilerine hayırlı günler dileyebilecek
kadar neşeli olursunuz. umarım böyle bir günü görme olasılığını da
sorgulamanıza dahil etmişsinizdir. özgür irade, eğer doğrunun
ve yanlışın ne olduğuna kendi başınıza karar verebileceğiniz anlamındaysa, öyle bir
şey yok zaten. size gönderilen mesajla doğrunun ve yanlışın ne olduğu
dikte ediliyor, bir takım emirler ve yasaklarla mükellef kılınıyorsunuz. özgür
iradeniz sadece mesajı onaylayıp onaylamamak ve gereğini yerine
getirip getirmemek konusunda. seçiminizi yaptıktan sonra, sonucunu göğüslemeye
de hazır olmalısınız.
geldik temel
noktaya: "sorgulanan sistemi, o sistemin sinirlari icinde kalan, dolayisiyla
harici bir referans noktasi tarafindan onaylanamayacak bir iddiayla savunulamaz."
ben bunun tam aksini düşünüyorum, bir sistemi harici noktalarla
savunmaya çalışmak abesle iştigal. bir sistemi ancak kendi çerçevesi
içinde tutarlı olup olmamak konusunda sorgulayabilirsiniz. bütün insanlık için
kabulü zorunlu bir "evrensel harici nokta" yok. bir fizikçi iddiasını
deneylerle ispatlamaya çalıştığı zaman bir harici nokta kullanmış olmaz, aksine
kabul ettiği sistemin içinde kalarak iddiasını desteklemeye çalışır. tartışma için
bir ortak zemin, paylaşılan başlangıç noktaları olması gerekir. bilimsel
bir teori bilim çerçevesi içinde anlam ifade eder. sorgulamanıza kendinizin dışında
gözlemlenebilir bir dünya olduğu varsayımıyla başlıyor ve tümevarım metoduyla
bir şeylerin ispatlanabileceği varsayımıyla devam ediyorsanız, bu
noktadan sonra söyleyeceğiniz hiçbir şey, bu varsayımlarınızı paylaşmayan biri
için anlamlı değildir. ya da bir konunun akıl yoluyla çözümlenebileceğini düşünerek
sıraladığınız argümanlar, konuyu akıl ötesi bulan biri için bir şey ifade
etmez. fizik teorilerini fizik sistemi içinde kalarak sorgularsınız, insanlar
bilimsel olarak haklı olup olmadığınıza kendilerine göre bir karar
verirler. başka bir sistemin teoriniz hakkındaki eleştirisi, siz o
sisteme inanmıyorsanız size bir şey ispatlamaz. mesela
bilime inanıyorsanız ve kur'an'a inanmıyorsanız, herhangi birinin harici nokta
olarak kur'an'ı referans alarak ortaya koyduğu eleştiriler sizi bağlamaz. x dininin
geçerliliğini y bilimiyle veya z felsefesiyle sorgulayan biri, y bilimini
veya z felsefesini temel alıyor demektir, x dinini de temel inancı üzerinde bir
noktaya oturtmuş olur. benim yaptığım da y bilimi üzerinden yapılan
sorgulamaya, x dini üzerinden müdahale ederek insanları ikna etmeye çalışmak değildi. sadece
islam'ın kendi sistemi içinde bu konuda ne söylediğini
aktardım. hz. peygamber'in deli olmadığını söylemek için tek sebebim, kur'an'da
öyle yazması değil. üstelik kur'an'ı hz. peygamber vasıtasıyla öğrendiğimizi, dolayısıyla
inanmayan biri için, bu ayetin onun kendisi hakkında kendisinin söylediği bir şey
olacağının da farkındayım. anlaşılmayan nokta şu, ne öne sürülen nedenleri sorgulamak
ne de inancımın neye dayandığından bahsetmek gibi bir şeye
ihtiyacım var, çünki ortaya atılan iddiayı değerlendirmiyorum, veri
havuzunuza bir katkıda bulunuyorum, başka bir pencereden bakmış olsaydınız
ne görebilirdiniz, onu işaret ediyorum. bunu değerlendirip
değerlendirmemek sizin sorununuz.
evren gibi, hayat
gibi, insan bilinci gibi konularda getirilen açıklamaları harici neden olarak görüyorsanız
ortada bir yanlışlık var. evrenden bahsettiğimizde, tek, ortak, standart bir
evrenden bahsetmiyoruz, bakış açısına, çizilen
çerçeveye göre değişen bir evren algısından bahsediyoruz. evren
münhasıran bilimin veya felsefenin konusu değil, din
evrenden bahsettiği zaman, bunu bilime ait bir nesneyi ödünç alarak yapmaz, kendisine
ait bir nesneyi kullanır. bir astrofizikçi gökcisimlerinin hareketlerinden
bahsettiği zaman bir takım bilimsel olgular hakkında konuşmaktadır. oysa bir
din adamı gökcisimlerinin hareketlerinden bahsettiği zaman, bir
bilimsel olgudan bahsetmemektedir, bir ayetten bahsetmektedir. bilimsel
verilerden evreni -kevnã® ayetleri- okumak için bir araç olarak
yararlanabilirsiniz, ispatlayıcı bir kaynak olarak değil. evren hakkında
düşünmekle, bilim hakkında düşünmek aynı şey değildir. bilim
evren hakkında sorgulanabilir bir takım tasvir ve açıklamalar sunar bize -evrenin
kendisini değil- bunları hangi oranda ciddiye alacağınız ayrı
bir meseledir. bilimi inanç için referans alsaydınız, bilim değiştikçe
inancınız da değişmiş olurdu. bu da inandığınızı iddia ettiğiniz sisteme değil, benimsediğiniz
bilimsel metoda inandığınız anlamına gelirdi. oysa din metodu ne kadar
kerameti kendinden menkulsa, bilim metodu da o kadar kerameti kendinden menkul.
"akletmiyor
musunuz?" diyen bir dine inanan birinin "inanç işleri akla
mantığa uymaz" demesi sözkonusu olmasa gerek, inanç ve akıl tamamen apayrı
platformlarda değil. ne var ki inanç aklın kapsama alanıyla da sınırlı değil. gerçekten "bu
inanc isleri akla mantiga uymaz kardesim, bosuna sorgulama, bunlarin hicbir
anlami yok; ben inaniyorum ve bunu ne senin aklina ne de kendi aklima anlatmak
zorunda degilim" diyen birileri varsa yanılıyorlar, yahut belki de
birileri başka bir şeyler söylüyor, ama anlatamıyorlar/ anlamıyorsunuz. söylenen,
bence söylenmesi gereken şu: "benim inancım, benim aklıma, mantığıma uyuyor
kardeşim, seninkine uymuyorsa sana bir şey ispatlamak zorunda değilim, uyarsa
inanırsın, uymazsa inanmazsın." aklı kullanmak herkesi aynı sonuca ulaştırsaydı, bütün
akıllı insanlar aynı şeyleri düşünüyor olurdu. halbuki akıllar pazara
çıkınca yine herkes kendininkini alıyor. akıl bir yerler ulaşabilmek
için önemli bir araç, ama tek başına belirleyici değil. bir araba
gibi düşünün, falan arabasına biner hanya'ya gider, filan arabasına
biner, konya'ya gider (konya'da güzel etli ekmek yapıyorlar, kastamonu'da daha
güzel yapıyorlar diye bir iddia da var, ama sonuçta ikisini de karnıyarığa tercih
ederim. cehennem menüsü ise kitab'da zakkum olarak bildiriliyor), feşmekanın
arabası ise bozuktur, hiçbir yere gidemez.
"inanclar,
henuz bilimin kesinligine ulasamamis veya dogasi itibariyle hicbir zaman
ulasamayacak teorilerdir, o kadar." bunun üzerinde uzun uzun konuşmayacağım; bilim, inançların
kesinliğine ulaştığı zaman gelin size bir çay ısmarlayayım. birileri
aristo'nun peşinde gezmekten vazgeçip bilim diye bir şey icat etmişlerse, bunun
sebebi "kesin" kavramının gaz yapması. var olup olmadığına bile, sobanın
başında epeyce bir kaşındıktan sonra karar verebilen bir adam vardı, hatırlarsanız,
ortalığı epeyce karıştırdı, sayesinde ozon tabakasını bile
delebildik.
konu bence
de bilgi meselesi ile ilgili, ama meseleye benim yazabileceğimin epey
ötesinde bir giriş yapılmış olduğunu gördüğüm için sözün orasını fazla
uzatmamaya çalışacağım. daha önce inanç ve bilginin birbirinden bağımsız
olduğunu düşünüyordum (daha önce ne düşündüğümü merak edenler garajımdaki
ejderha başlığına bakabilirler). ancak sonra bilginin de sonuçta bir inanç meselesi
olduğu kanaatine vardım. özetle, daha önce inancın gaybla ve
bilginin de şehadetle ilgili olduğu fikrindeydim, ama şehadetin
bilgiye dönüşmesi için de inanmak gerekiyor, yani gördüğünüzü bir
bilgi olarak kaydedebilmek için gördüğünüze inanmanız gerekiyor. bilgiye
ulaşmak için kullandığımız farklı sistemler var, bunların
herbiri farklı beşeri bakış açılarından hareket ediyorlar ve hiçbiri bütün
insanlık için zorunlu değil. bilmek için hangi yolu kullandığınız bir
seçim meselesi. ister "abdullah'ın oğlu'nun"
"görüşlerini" referans alın, ister dekart veya sokrat gibi çok
bilmişlerinkileri, sonuçta bilginiz sadece sizinle aynı başlangıç
noktalarını seçenleri bağlayacaktır. bu sebeple inanan birinin, başkasını da
aynı şeye inandırmak gibi bir meselesi olamaz, sadece hangi yoldan gittiğinizi ona
da gösterirsiniz, kendi seçmini yapar. islam'ı benimseyen biri için esas
tebliğdir, başkalarını müslüman yapmak gibi bir "misyon"
sözkonusu değildir, dolayısıyla ortada bir ikna gayretinin olması şart değildir. islami
bakış açısına göre ortada bir sınav vardır ve sınavın şartları gereği
cevaplar açıklanmamıştır, gaybe iman istenir. gayb şartları ortadan kalktığında
sınav da bitmiş olur, bu noktada iman etmeniz bir şey ifade
etmez. kıyametin koptuğunu gördüğünüzde, "haa,
lan doğruymuş" demeniz anlamsızdır, sınav bitmiştir, geçmiş olsun. dolayısıyla
yüzyüze olduğunuz konu, olası gerçeklerden birini seçmektir. bir zorunlulukla karşı karşıya değilsiniz. gerçeğin ne
olduğu konusundaki görüşlerin herbiri, ancak söyleyeni ve onun bakış açısını
paylaşanları bağlayan, "kerameti kendinden menkul" söylemlerdir.
hz. peygamber'in
nöropsikiyatrik bir sorununun olup olmadığı konusu ilk defa ekşi sözlük'te gündeme
getirilmiş değil. hz. peygamber risaletini tebliğ etmeye
başladığında, mekke müşrikleri de toplanıp ihtimalleri değerlendirdiler. karşılarındaki
şahsı yakından tanıyorlardı. yalancı diyemediler. şair, kahin, mecnun
ve sihirbaz olması ihtimalleri üzerinde durdular, hiçbirini yakıştıramadılar. geriye
kalan onun gerçekten peygamber olması ihtimaliydi, bunu kabul etmeyi
gururlarına yediremediler veya menfaatlerine uygun görmediler. sonuçta sihirbaz
demeye karar verdiler. anlamsız sözler söyleyip aya gittiğini iddia
eden bir takım mistiklerle hz. peygamber arasında benzerlikler görüp
bundan bir itham türetmeye çalışmak ya insafsızlıktır veya konuyu
yeteri kadar incelememiş olmanın göstergesidir. araştırmaya
devam ederseniz, olayın o kadar da basit olmadığını
göreceksiniz.
ne bizim
öküz olduğumuzu düşünmeniz, ne de efendimizin deli olduğunu düşünmeniz
bizden bir şey eksiltir, düşüncenizi ortaya koyma biçiminiz de seçiminizden ibaret. söylediğimiz
sadece şuydu: demek öyle düşünüyorsunuz, ama biz
öyle düşünmüyoruz. bize göre bu bir sınav, sonuçları sınav bittiğinde öğreneceksiniz
(aynen
öyle, çıkışta görüşeceğiz).
--- alıntı ---
ve de
--- alıntı ---
...
bahsi geçen
türde harici noktalar var tabii ki. "kitab'da yazanlar doğrudur, çünki
kitab'da yazıyor" gibi bir durumla sınırlandırılmış değiliz. elbette
harici noktaların hiçbiri kimseyi inanmaya zorlamıyor, insan isterse her şeye bir
alternatif açıklama getirebilir, bir kulp takabilir. tuhaf görünecek belki, ama
harici noktaların birincisi kitab'ın kendisi. kur'an hz. peygamber'in
mucizeleri arasında sayılır. sadece "bakın dedenizle nineniz cennet'teydi,
şeytan'a uydular fena oldu. akıllı olun..." demiyor. insan
sözü olması sözkonusu olmayan mucizevi bir kelam (hemen not edelim, diğer
mucizeler gibi, buna da "yok öyle değil, saylanmaz"
diyebileceğinizi gözardı etmiyoruz). belagatiyle mucizevi. hz. peygamber'in
dönemi arap edebiyatının zirvede olduğu bir dönem, şiir bir
hayli revaçta. en usta şairlerin eserleri kabe duvarında sergileniyor. kendi
dilleri, toplumları, dönemleri itibariyle "şiirin efendileri" denebilecek
kişiler, kur'an nazil olduktan sonra, şiirlerini
kabe duvarından elleriyle ilgileniyorlar. duyanlar "bu insan
sözü olamaz" diyor. geçmişten ve gelecekten verdiği haberlerle
mucizevi. tek örnek zikredip geçeceğim: hudeybiye antlaşması
görünüşte müslümanların aleyhine. oysa fetih suresinde zafer olarak
vasıflandırılıyor ve gerçekten de sonuçlarıyla bir zafere dönüşüyor. ikinci
harici nokta efendimiz'in kişiliği, güvenilirliği. "aynı
mantıkla mesela buda'ya da inanılabilir" diyeceksiniz, ama en azından
yalan söylemiş olması ihtimalini listenin en altına indirir bu. üçüncü
nokta mucizeler. dördüncü nokta evren. (üçüncü ve dördüncü noktaları
açıklamayacağım, yerim dar, uykum var. mucizelerin neler olduğunu merak
eden eminim hz. google’dan bilgi edinebilir.)
...
--- alıntı ---
hepsi ve
daha fazlası için:
(http://sozluk.sourtimes.org/)
hz. muhammed/@sirkencubin
#694603 - sirkencubin - 16.09.2009
12:38
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder