20 Ocak 2013 Pazar

türbanlı sanığa duruşma yasağı / ekşi


tarihten bir yaprak:

radikal-online'ın bugünki manşeti. yargıtay 4. ceza dairesi başkanı fadıl inan tarafından başörtülü bir sanığın duruşmadan çıkarılması hadisesi.


(sirkencubin, 07.11.2003 09:55)

ahalinin, kurguladıkları modernite oyununa şevkle katılmasını arzu eden, ama gariplerimin hevesini kaçırmak için ne lazımsa yapmaktan geri durmayan devletlûların başka bir hikmetamiz icraatı. gerçekten size katılmamızı istiyorsanız, bize oynayabileceğimiz bir rol vermelisiniz. daha çok ezerek daha "başarılı" olamazsınız. anladık, bizim olduğumuz ve olmak istediğimiz şeyi olmayacaksınız, peki bizim sizin olmamızı istediğiniz şeyi olacağımızı nereden çıkarıyorsunuz? saçmalamayın, gidip beş çayınızı demleyin, "sahip".

(sirkencubin, 08.11.2003 01:13)

" yaz kızım,

hakimiyet her ne kadar millete ait ise de (evet, malesef öyle, bizzat atatürk vermiş bu hakkı millete ve korkarım bunu değiştirme şansımız yok) son seksen sene zarfında henüz rüşdünü kazanma emaresi göstermediğinden, hatta farik ve mümeyyiz bile sayılamayacağından (ve dahi bizim dediğimiz gibi formatlanmadığı sürece ilanihaye sayılması ihtimali bulunmadığından); milletin vasisi ve velisi ve hatta velinimeti olarak ve milleti temsilen hakimiyeti devlet babanın kullanması yerinde olduğundan, ve fakat devlet mücerred bir fikir olmakla birlikte onun cismani varlığını başta temsil eden devletin babası, cumhurun mümessili (ayriyeten hâkim bir de) olan zât, son günlerdeki etvarı ile milletin takip etmesi icap eden güzergahı zımnen işaret buyurmuş olduklarından, keza yine devletin cismani varlığını saniyen temsil eden, binaenaleyh aynen cumhurun mümessili sayılması icap eden hakimlerin eliyle hakimiyetin icrası esas olmakla, cumhurun iradesinin hakimde tecelli edeceği aşikar bulunmaktadır (yetki bende yani). kaza heyetinin reisi, maznunenin cumhurun vicdanını rencide edecek bir remiz taşımakta olduğu halde mahkemeye girmekle infial uyandırabilecek müfsid bir fiil işlemiş bulunduğuna kanaat getirmiştir. maznune işbu remzi gidermediği takdirde duruşmaya iştirak edemeyecektir (çık'şarı!)..." demiş olabileceği tahmin edilebilecek olan yargıcın yasağı.

(sirkencubin, 08.11.2003 02:33)

hiç bir meseleyi sakin bir kafayla çözemediğimizi, zaten meselelerin çoğunun sakin bir kafayla düşünemiyor olmamızdan kaynaklanan sanal meseleler olduğunu, ağzı olanın konuştuğunu, beyni olanın ise sustuğunu yahut kalabalıkta işitilmediğini, bazen de kaale alınmadığını, zihinlerimizin dalgalanma halinde olduğunu yeniden hatırlamamıza vesile olmuş bir meseledir.

aklıma takılan noktalarda kısa kısa fikir yürütmek istiyorum. "başörtülü ve hipokrat yemini etmiş olmasına rağmen erkek hastaya bakmayan bayan doktorlar" kimler ve neredeler? bu iş biraz beni ilgilendiriyor ve iki üç hatırlatmada bulunmam gerekiyor galiba. birincisi hipokrat yemini sembolik bir ritüel, bir tür gelenek, ama kişilerin vicdanından öte bir bağlayıcılığı yok. bağlayıcılığı olan bir şey varsa mesleki etiktir, hukuktur, doktorlarla ilgili her sözün başına hipokrat lafı eklemenin mânâsı nedir? ben yemin etmedim, istediğimi yapabilir miyim? iki, hastanın hekimi, hekimin de hastasını seçme hakkı vardır. her hasta bir hekimi kabul veya reddedebilir, her hekim de bir hastayı kabul veya reddedebilir, bunun istisnası vak'anın acil olması veya hekimin ulaşılabilir bir mesafedeki tek/ son hekim olmasıdır. bunun dışında hekim de hasta da herhangi bir mülahaza ile birbirlerini reddedebilirler. üç, bunlar bir yana erkek hastaya bakmayan bayan doktor diye bir şey yok. belirli özel sağlık kurumlarında poliklinikler hastalara hemcinsleri olan hekimlerin bakacağı şekilde düzenlenmiş olabilir, sağlık hizmetinde bir aksamaya yol açmadığı sürece bunun bir mahzuru yoktur, hatta hasta-hekim iletişimini destekleyen bir uygulama olarak olumlu bile sayılabilir. bu tür düzenlemelerin yapıldığı polikliniklerin dışında hekimler hastalarını muayene ederken cinsiyetlerine bakmamaktadır. insanın böyle bir iddiada bulunması için haklarında konuştuğu kişileri hiç tanımaması lazım. rüyanızda mı görünüyorsunuz bu hekimleri? bırakın muayene etmemeyi, kadın hastaya dokunmam tıbben gerekmiyorsa dokunmam, gerekiyorsa dokunurum. üç parmağımla yapabileceğim bir şey için dört parmak kullanmam, ama gerektiği yerde gereken bütün teknikleri uygularım. doktor hanımların da böyle yaptıklarını biliyorum. iftira etmeyin kimseye.

"mahkemede sanık olarak yargılanan birinin kamu görevlisi muamelesine tabi tutulup bir takım afaki nedenlerle başını örtmesine izin verilmemesi" abes tabii, ama kamu görevlilerinin ve öğrencilerin baş örtmelerine izin verilmemesinin gerekçeleri de afaki zaten. ama sebepleri değil, gerekçeleri. biz biliyoruz ki mesele ne başörtüsüdür, ne ideolojik semboldür. mesele hazımsızlıktır, ama bunu böylece söyleyemeyenler böyle mazeretlerin arkasına sığınmaktadır. buradan 3x1 maden suyu reçete etmek isterim saygıdeğer devletlûlara. biz hukukun üzerine bir bardak soğuk suyumuzu içerken, onlar da biraz hazım sistemlerini rahatlatmayı deneyebilirler.

"yüzü örtülü" deniyor, ben mi bir şeyi atladım, hakim yoksa sanığı peçe taktığı için mi salondan çıkarmış?

"sistemin tanıdığı din özgürlüğü, inancın sınırsızlığı yanında, eyleme yönelik olarak da serbestçe kullanılıyor"muş. hadi ya?

"din bakımından gösterilen aşırı ve çarpık duyarlılık" kime göre, neye göre aşırı ve çarpık? bana göre de hakim beyin zihniyeti aşırı ve çarpık.

"hakimin yorumu" yoruyor bizi... düşünüyorum da, başı açık gezmek pozitivizmi simgeliyor, hakim beyler bu ideolojik sembol üzerinde de hassasiyet göstermeli, herhangi bir başlık giymeyen insanları kamu alanlarından uzak tutmalı.

"inzibat" nedir allah aşkına? duruşmanın seyrine mani olacak bir arbede mi meydana gelmiş, birileri slogan mı atmış, nasıl bozulmuş bu inzibat? görünen o ki hakim beyin zihninde olup bitiyor her şey, orada bozuluyor inzibat. kendi peşin hükmü yüzünden başörtüsünü bir tür sessiz slogan gibi algılıyor ve kafatasının arasında yankılanan çığlıklar inzibatı bozuyor...

"başörtüsü" nedir, "türban" nedir, bir türlü bir anlaşılamadı gitti. türkçe'nin de içine ettiniz be kardeşim. sözkonusu örtüye başörtüsü denir. arp da denebilir, türban denmez. türban diye sihlerin sardığı malum ve maruf sarığa ve dahi bu sarıktan mülhem olarak hazırlanan ve örneğini sayın emine beder hanımefendi'nin başında görebileceğimiz hanım başlığına denir. hatırladığım kadarı ile bu kelimeyi bir hata olarak başörtülüler attı ilk defa ortaya. başörtüsü ile derse girmeleri engellendiği zaman, "başörtüsü değil bu, türban; türban serbesttir" gibi bir savunma ile yasaktan sıyrılmayı denediler. bir işe yaramadı tabii, ama birilerinin çok işine yaradı. sıkıştıkları zaman kaçabilecekleri bir yan yol oldu. halkın hiç bu işlerle ilgisi olmayan büyük çoğunluğunun da başını örttüğü ve başını örtme fiilinin temelde ortak bir takım sebeplere dayandığı gerçeğini inkar edebilmek için mazeret olarak kullanılıyor türban kelimesi: "hayır efendim, o başörtüsü, bu türban". değil. hepsi başörtüsü, insanların başlarını örterken niyetlerinin ne olduğunu gösterecek bir cihaz icat edemediyseniz henüz, ya köydeki ninemi de militan sayacaksınız veya başını örtene karışmayacaksınız. işin ilginç tarafı refah hükümetinin gereksiz ve beyinsizce hareketleri ile laikçi kesimin aynı sığlıktaki tepkileri ile işler böyle son haddine kadar gerilmeden önce, yine memure hanımların ve öğrencilerin başlarını örtmesi mesele olabiliyordu, ama hizmetli personel her zaman devlet dairesinde başı örtülü olarak çalışabiliyordu. şu renk ayrımcılığı meselesi ile birlikte bunu da hatırlayın düşünürken. bakalım nereye varacaksınız?

"türkiye cumhuriyet başbakanı türkiyeyi dünyaya rezil etmek için elinden geleni ardına koymuyo" deniyor ve maalesef aynen öyle. iktidar partisinin ve zihniyetini paylaşanların da gözden geçirmeleri gereken bir çok yönleri var.

"ramazan ayında sokakta su bile içilemezken olmasını çok garipsemediğim yasak" demiş biri, ben dün sokakta bira içen birini gördüm, artık bu yasağı garipseyebilir miyim, izin var mı?

(sirkencubin, 09.11.2003 01:18 ~ 13:28)

giderek şirazeden çıkmış bulunan bir tartışma konusudur.

bu tartışma vesilesiyle, mesela aslında teknik bir terim olan özgürlüğün ödev kavramıyla çeliştiğini öğreniyoruz. iyi özgürlük ne peki? canının istediğini yapmak mı, canının istediğini yapmaya yönelten güdüleri kontrol altına alıp yapmak gerekenleri yapmak mı? yorumları muhtemelen islamınkiler ile örtüşmeyecek olsa da, yine de faydası olabilir düşüncesi ile ve vuran yerleri biraz genişlesin diye kalıplanmak üzere, vak'ayı felsefe bilen arkadaşlara havale ediyoruz.

yine bu tartışma vesilesi ile insanların dini vecibelerini yerine getirmelerinin birilerinin keyfine bağlı olduğunu öğreniyoruz. arkadaşların uyguladıkları prensip laiklik. laiklik de, ilkokul birinci sınıfta öğretmenimizin söylediği ve bunca zamandır daha kapsamlı ve tutarlı bir tarifine rastlayamadığım şekliyle, din ve devletlerinin ayrılması, dinin devlete, devletin dine karışmaması. farz edelim ki öyle, imdi arkadaşlar diyorlar ki, "siz dinin devlete müdahalesini savunuyorsunuz, bu yanlış", ama mevcut halde siz de devletin dine müdahalesini savunuyorsunuz. esas aldığınız prensibe göre bu da yanlış, şu halde kendinizle çelişiyorsunuz.

yine enteresan bir mantık silsilesi neticesinde, insan haklarının dinden kaynaklanmadığını ve tam olarak bu sebepten din mensuplarının insan haklarına sahip olmadıklarını öğreniyoruz. anlamıştık zaten, bizi insan yerine koymadığınızdan belliydi.

aldığımız faydalı anayasa dersi, bize dini pratiklerin din istismarı olduğunu öğretiyor. istismarsız bir din nasıl olur, onu öğretmiyor ama...

ha, baş örtmek karşı devrimcilikmiş, bunu da öğrendik. akşam eve gidince anneme de söyleyim, o da öğrensin karşı devrimci olduğunu.

(sirkencubin, 17.11.2003 10:10)

30.10.2011 16:33

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder