19 Ocak 2013 Cumartesi

inanç / öz aramızdı


insanların toplumsal kabullere uyarak veya sezgisel kavrayışa dayanarak benimsedikleri kanaatlere inanç denir. değer yargılarının ve dünya görüşlerinin farklılığının temelinde inançlardaki farklılık yatmaktadır.

// kanaatimce//, ispatlama gereği duymadan "bilinen kesin doğru" kabul ettiğiniz şey, inandığınız şeydir. şüphe ve bilgi arasındaki zaruri basamak inançtır. bütün insan bilgisi, insanın inançlarının bir türevidir, daha doğrusu bilgi bir inanıştan ibarettir.

indüksiyon metodunu kullanan tabiat bilimlerinde inanç kavramının bir yeri var mıdır, yok mudur sualinin müzakeresini başka bir zamana bırakarak deduksiya metoduna dayanan ahlak ve hukuk gibi alanlara odaklandığımız zaman, insanların etik kanaatlerini edindikleri süreçlerin başlıca iki safhaya ayrıldığını görmekteyiz. bunlardan birincisi temel değerlerin seçimi, ikincisi de bu değerleri girdi olarak kullanmak suretiyle etikle ilgili konuların muhakeme edilmesi. muhakeme usulümüzü teşkil eden deduksiya metodunu evrensel standart kabul etmekteyiz. (elbette ahlaki değer yargılarını tabiat hadiselerinden türetmek üzere induksiyon metodunu kabul edenler de olabilir, ama genellikle david hume denen adamdan bu yana bu yol bildiğim kadarıyla pek kullanılmadığı için, bu hususu en azından şimdilik gözardı ediyoruz.) malum olduğu üzre, deduksiya metodu, doğru olduğu kabul edilen iki hükümden, bir netice çıkarmaya yarar. baştan kabul ettiğiniz hususlarla, vardığınız neticeler arasındaki tutarlılığı denetler, ama baştan kabul ettiklerinizin doğruluğunu denetlemez. dolayısıyla "öncüllerin doğru olduğunu kabul edersek" kaydıyla neticeyi ispatlar, ama bu mutlak bir ispat değildir. zira neticenin mutlak kesinlik taşıması için önce öncüllerin ispatlanması gerekmektedir, halbuki deduksiya metodu öncülleri ispatlamamaktadır. öncüllerin ispatlanmış olması için daha önce, daha başka öncüllerden hareketle başka bir deduksiya ameliyesi yürütülmüş olmalıdır. birbirini izleyen deduksiya basamaklarını geriye doğru izleyerek, kanaatlerimizin temelini aradığımızda, silsilenin bir noktada durduğunu görürüz. bu nokta, deduksiya metoduyla ispatlanmamış iki önermenin kullanıldığı ilk deduksiya basamağıdır. bu ilk iki önermeye aksiom diyoruz. bunları ispatlamaya çalışmazsınız, çünki mümkün değildir. sadece seçer ve kabul edersiniz. sonraki safhalardaki bütün muhakemenin doğruluk değeri, seçtiğiniz aksiyomların doğru olup olmamasına bağlıdır. buraya kadar pek bir fikir ayrılığı yok ve esasen deduksiya maddesinde söylediklerimizi tekrarladık. inanç kavramının anlaşılmasında dedüksiyonun nasıl işlediği mühim bir nokta. aksiyomlarımızı nasıl seçiyoruz sualinin cevabı, inanç kavramında yatıyor, aksiyomlar inançların ifadesidir ve inançlar aksiyomların perde arkasıdır. fikir ayrılığı bu noktada çıkıyor.

bir grup insan "biz asla bir şeye inanmayız, biz sadece bildiklerimizi kabul ederiz" görüşünü savunuyor. başka bir grup insan ise "biz sadece doğruluğunu kesin olarak bildiğimiz şeylere inanırız" görüşünü savunuyor. iki grubun da inancın ne olduğunu anlamadığı // kanaatindeyim//.

inanmama iddiasındaki grup hakkında konuşacak olursak, bunların değer yargılarını nasıl edindikleri ile ilgili tatminkar bir açıklamaları bulunmuyor. bilmek için aklımızı kullanıyoruz. aklımız iki muhakeme metoduyla çalışıyor. bunlardan biri bize değer yargısı sağlamıyor. diğeri ise aksiyomlara bağımlı çalışıyor, ama aksiyomları ispatlayamıyoruz. "bunun doğru olduğunu biliyorum, çünki ispatladım" deniyor, nasıl ispatladığını soruyorsunuz, bir sürü dedüksiyon basamağını deştikten sonra karşınıza bir takım aksiyomlar çıkıyor. aksiyomları ispatlamadan, neye dayanarak "bunun doğru olduğunu biliyorum, çünki ispatladım" diyebilirsiniz? nasıl oluyor da farklı kişiler, farklı gruplar farklı ve çelişen aksiyomları benimseyebiliyor? neye dayanarak o grubun ya da şu grubun benimsediği aksiyomları değil de, bilhassa bu grubun benimsediği aksiyomları seçiyorsunuz? neye dayanarak seçtiğiniz aksiyomlara mantıksal zorunluluk muamelesinde bulunuyorsunuz? "bu doğrudur, çünki doğrudur" demekten öte bir şey yapıyor musunuz? bunun inanmaktan ne farkı olduğunu açıklayamadıkları halde, lafı geveliyorlar, çünki inandıklarını itiraf ederlerse, benimsedikleri fikri sistemlerin, aşağıladıkları dinlerden, epistemik planda bir farkının olmadığını kabul etmek zorunda kalacaklar. yahut belki de şartlandıkları için böyle düşünüyorlar, bilemiyorum.

inanmanın ispatı izlediğini savunan grup ise, düşünce sürecini tersinden izliyor. önce "ispatlamak ve bilmek" sonra "inanmak" diye bir şey olabilir mi? bir şeyi ispatladığınızı ve bu ispata dayanarak bildiğinizi iddia ediyorsanız, artık inanmak veya inanmamak diye bir mesele kalır mı? bu grubun inanmak kelimesine nasıl bir anlam yüklediklerini pek anlamıyorum, ama hangi anlamı yüklerlerse yüklesinler, bir fonksiyonunun olmadığı ortada. "dün akşam dayımgilin bize geldiğini biliyorum. bu yüzden dayımgilin bize geldiğine inanıyorum" cümlesinin saçmalığını görmek zor geliyorsa, bir de "dün akşam dayımgilin bize geldiğini biliyorum, ama dayımgilin bize geldiğine inanmıyorum" şeklinde söylemeyi deneyin. ikinci grubun söylediklerinden inanç kelimesini çıkardığınız zaman, söylediklerinin anlamı hiç değişmiyor, sanki o kelimeyi hiç söylememişler gibi. kelimeyi fonksiyonsuz duruma düşürmekle, aslında inanç konusunda susmuş oluyorlar. yani neticede bu grup da diğeri gibi inanmaksızın bilmek iddiasında. her iki grup da bilgiyi mümkün kılan bir inancın varlığını reddediyorlar.

şüphe ve bilgi arasındaki zaruri basamak inançtır dedik. her iki grup da, bilgilerine temel teşkil eden aksiyomları nereden bulduklarını söylemiyorlar. şüphe haliyle bilme hali arasında, yani bilmemekle bilmek arasında ne fark olduğuna, neyin bilgiyi sağladığına dair bir açıklamaları yok. eğer şüpheyi sonsuza kadar sürdürmeyi seçmemişseniz, yani bir şeyi bildiğinizi iddia ediyorsanız, yani karşınızdaki soruya bir cevap veriyorsanız, bunun kaynağı nedir? bu kaynak evrensel geçerliliği olan objektif bir kaynak mıdır, yoksa sübjektif midir? acaba herhangi bir şeyi bilme iddiasında olanlar, inanarak bilenler ve inanmadan bilenler olarak iki gruba ayrılabilir mi? bilindiği iddia edilen, ama nasıl bilindiği konusuna girilmeyen prensiplerin tek bir açıklaması var: inanç. sizi o aksiyomu değil de, bu aksiyomu kabul etmeye iten, ikisi arasında bir fark meydana getiren tek bir şey vardır: birine inanmakta ve diğerine inanmamaktasınızdır. bunun başka bir açıklamasına henüz rastlamadım.
16/3/2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder