insanların toplumsal kabullere uyarak veya sezgisel
kavrayışa dayanarak benimsedikleri kanaatlere inanç denir. değer yargılarının
ve dünya görüşlerinin farklılığının temelinde inançlardaki farklılık
yatmaktadır.
// kanaatimce//, ispatlama gereği duymadan "bilinen
kesin doğru" kabul ettiğiniz şey, inandığınız şeydir. şüphe ve bilgi
arasındaki zaruri basamak inançtır. bütün insan bilgisi, insanın inançlarının bir
türevidir, daha doğrusu bilgi bir inanıştan ibarettir.
indüksiyon metodunu kullanan tabiat bilimlerinde
inanç kavramının bir yeri var mıdır, yok mudur sualinin müzakeresini başka bir zamana
bırakarak deduksiya metoduna dayanan ahlak ve hukuk gibi alanlara
odaklandığımız zaman, insanların etik kanaatlerini edindikleri süreçlerin
başlıca iki safhaya ayrıldığını görmekteyiz. bunlardan birincisi temel
değerlerin seçimi, ikincisi de bu değerleri girdi olarak kullanmak suretiyle etikle
ilgili konuların muhakeme edilmesi. muhakeme usulümüzü teşkil eden deduksiya
metodunu evrensel standart kabul etmekteyiz. (elbette ahlaki değer yargılarını
tabiat hadiselerinden türetmek üzere induksiyon metodunu kabul edenler de
olabilir, ama genellikle david hume denen adamdan bu yana bu yol bildiğim
kadarıyla pek kullanılmadığı için, bu hususu en azından şimdilik gözardı
ediyoruz.) malum olduğu üzre, deduksiya metodu, doğru olduğu kabul edilen iki
hükümden, bir netice çıkarmaya yarar. baştan kabul ettiğiniz hususlarla, vardığınız
neticeler arasındaki tutarlılığı denetler, ama baştan kabul ettiklerinizin
doğruluğunu denetlemez. dolayısıyla "öncüllerin doğru olduğunu kabul
edersek" kaydıyla neticeyi ispatlar, ama bu mutlak bir ispat değildir. zira
neticenin mutlak kesinlik taşıması için önce öncüllerin ispatlanması
gerekmektedir, halbuki deduksiya metodu öncülleri ispatlamamaktadır. öncüllerin
ispatlanmış olması için daha önce, daha başka öncüllerden hareketle başka bir deduksiya
ameliyesi yürütülmüş olmalıdır. birbirini izleyen deduksiya basamaklarını
geriye doğru izleyerek, kanaatlerimizin temelini aradığımızda, silsilenin bir
noktada durduğunu görürüz. bu nokta, deduksiya metoduyla ispatlanmamış iki
önermenin kullanıldığı ilk deduksiya basamağıdır. bu ilk iki önermeye aksiom diyoruz.
bunları ispatlamaya çalışmazsınız, çünki mümkün değildir. sadece seçer ve kabul
edersiniz. sonraki safhalardaki bütün muhakemenin doğruluk değeri, seçtiğiniz aksiyomların
doğru olup olmamasına bağlıdır. buraya kadar pek bir fikir ayrılığı yok ve
esasen deduksiya maddesinde söylediklerimizi tekrarladık. inanç kavramının
anlaşılmasında dedüksiyonun nasıl işlediği mühim bir nokta. aksiyomlarımızı
nasıl seçiyoruz sualinin cevabı, inanç kavramında yatıyor, aksiyomlar
inançların ifadesidir ve inançlar aksiyomların perde arkasıdır. fikir ayrılığı
bu noktada çıkıyor.
bir grup insan "biz asla bir şeye inanmayız, biz
sadece bildiklerimizi kabul ederiz" görüşünü savunuyor. başka bir grup insan
ise "biz sadece doğruluğunu kesin olarak bildiğimiz şeylere inanırız"
görüşünü savunuyor. iki grubun da inancın ne olduğunu anlamadığı // kanaatindeyim//.
inanmama iddiasındaki grup hakkında konuşacak
olursak, bunların değer yargılarını nasıl edindikleri ile ilgili tatminkar bir açıklamaları
bulunmuyor. bilmek için aklımızı kullanıyoruz. aklımız iki muhakeme metoduyla
çalışıyor. bunlardan biri bize değer yargısı sağlamıyor. diğeri ise aksiyomlara
bağımlı çalışıyor, ama aksiyomları ispatlayamıyoruz. "bunun doğru olduğunu
biliyorum, çünki ispatladım" deniyor, nasıl ispatladığını soruyorsunuz, bir
sürü dedüksiyon basamağını deştikten sonra karşınıza bir takım aksiyomlar
çıkıyor. aksiyomları ispatlamadan, neye dayanarak "bunun doğru olduğunu
biliyorum, çünki ispatladım" diyebilirsiniz? nasıl oluyor da farklı
kişiler, farklı gruplar farklı ve çelişen aksiyomları benimseyebiliyor? neye
dayanarak o grubun ya da şu grubun benimsediği aksiyomları değil de, bilhassa bu
grubun benimsediği aksiyomları seçiyorsunuz? neye dayanarak seçtiğiniz
aksiyomlara mantıksal zorunluluk muamelesinde bulunuyorsunuz? "bu doğrudur,
çünki doğrudur" demekten öte bir şey yapıyor musunuz? bunun inanmaktan ne
farkı olduğunu açıklayamadıkları halde, lafı geveliyorlar, çünki inandıklarını itiraf
ederlerse, benimsedikleri fikri sistemlerin, aşağıladıkları dinlerden, epistemik
planda bir farkının olmadığını kabul etmek zorunda kalacaklar. yahut belki de
şartlandıkları için böyle düşünüyorlar, bilemiyorum.
inanmanın ispatı izlediğini savunan grup ise, düşünce
sürecini tersinden izliyor. önce "ispatlamak ve bilmek" sonra "inanmak"
diye bir şey olabilir mi? bir şeyi ispatladığınızı ve bu ispata dayanarak
bildiğinizi iddia ediyorsanız, artık inanmak veya inanmamak diye bir mesele
kalır mı? bu grubun inanmak kelimesine nasıl bir anlam yüklediklerini pek
anlamıyorum, ama hangi anlamı yüklerlerse yüklesinler, bir fonksiyonunun
olmadığı ortada. "dün akşam dayımgilin bize geldiğini biliyorum. bu yüzden
dayımgilin bize geldiğine inanıyorum" cümlesinin saçmalığını görmek zor geliyorsa,
bir de "dün akşam dayımgilin bize geldiğini biliyorum, ama dayımgilin bize
geldiğine inanmıyorum" şeklinde söylemeyi deneyin. ikinci grubun
söylediklerinden inanç kelimesini çıkardığınız zaman, söylediklerinin anlamı
hiç değişmiyor, sanki o kelimeyi hiç söylememişler gibi. kelimeyi fonksiyonsuz
duruma düşürmekle, aslında inanç konusunda susmuş oluyorlar. yani neticede bu
grup da diğeri gibi inanmaksızın bilmek iddiasında. her iki grup da bilgiyi
mümkün kılan bir inancın varlığını reddediyorlar.
şüphe ve bilgi arasındaki zaruri basamak inançtır
dedik. her iki grup da, bilgilerine temel teşkil eden aksiyomları nereden bulduklarını
söylemiyorlar. şüphe haliyle bilme hali arasında, yani bilmemekle bilmek
arasında ne fark olduğuna, neyin bilgiyi sağladığına dair bir açıklamaları yok.
eğer şüpheyi sonsuza kadar sürdürmeyi seçmemişseniz, yani bir şeyi bildiğinizi
iddia ediyorsanız, yani karşınızdaki soruya bir cevap veriyorsanız, bunun
kaynağı nedir? bu kaynak evrensel geçerliliği olan objektif bir kaynak mıdır, yoksa
sübjektif midir? acaba herhangi bir şeyi bilme iddiasında olanlar, inanarak
bilenler ve inanmadan bilenler olarak iki gruba ayrılabilir mi? bilindiği iddia
edilen, ama nasıl bilindiği konusuna girilmeyen prensiplerin tek bir açıklaması
var: inanç. sizi o aksiyomu değil de, bu aksiyomu kabul etmeye iten, ikisi
arasında bir fark meydana getiren tek bir şey vardır: birine inanmakta ve
diğerine inanmamaktasınızdır. bunun başka bir açıklamasına henüz rastlamadım.
16/3/2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder