uzun bir hikayedir. hadise önce anadolu'da
beylikler döneminde başlamıştır (uygurlar dönemine
kadar uzatmayalım konuyu). selçuklular döneminde neredeyse hiç türkçe kitap
yazılmamış
olmasına mukabil, beylikler döneminde
türkçe’nin öne çıkmaya başlaması ile bir terimler
meselesi gündeme gelmiştir. o gün bu konunun
sistemli olarak tartışılıp tartışılmadığını bilemiyoruz,
ama zaman zaman yazarlar konu ile ilgili fikirlerini belirtmişler ve tıp terimlerini
karşılayacak türkçe kelime bulmakta sıkıntı çektiklerini ifade etmişlerdir.
türkçesini bulabildikleri kelimelerin türkçelerini kullanmış, ama bol miktarda
arapça farsça terimi de kabul etmişlerdir.
daha sonra tıbbiye döneminde bu sefer fransızca
terimleri türkçe'ye aktarma meselesi ortaya çıkmıştır. neredeyse sırf ders kitapları türkçe'ye
çevrilemediği
için ve türkçe ders verecek hoca bulunamadığı için türkiye'de modern tıp eğitimi fransızca olarak başlamıştır. oldukça sancılı bir sürecin sonunda yerli bir tıp
terminolojisinin oluşturulması başarılmış, hızlı bir tercüme faaliyeti başlamış ve tıp
eğitiminin türkçe verilmesi mücadelesi olumlu sonuç vermiştir. ne var ki dönemin dil anlayışı kadar, henüz türkoloji çalışmalarının yeterli
seviyede olmaması yüzünden oluşturulan yerli terminoloji büyük oranda arapça kökenli kelimelere
dayanmaktadır. tutarlı bir terminoloji oluşturulmuşsa da çok pratik değildir
sonuçlar.
dil devrimi ile bu terminoloji rafa kaldırılır ve
her bir terimin yerine bir öztürkçe karşılık icat edilmeye başlanır. ancak işten anlayan bir ekibin kolları sıvaması yerine
her canı çeken bir kelime uydurduğu için kısa sürede anarşi başlar. o saatten sonra eski terimlere dönmek de mümkün
olmadığı
için uluslararası terminoloji kabul edilir.
bir ülkede bilim dilinin millî dil olması, millî
bir mesele olmasının ötesinde pratik sebeplerle de elzemdir. ancak bilim
terminolojisinin ne ölçüde "öz-anadilde" kelimelerden meydana gelmesi
gerektiği
hayli tartışmalı bir konudur. bunun
asgari sınırı halk tarafından kullanılan, gündelik dile geçmiş ve bilhassa tıp
bilimi göz önünde bulundurulduğunda,
bilim adamı-halk iletişimi için gerekli kelimelerin anadilde olmasıdır. türkçe'nin durumuna bakılınca bu sınırın az çok
elde bulunduğu
görülmektedir. peki azami sınır olmalı
mıdır, olabilirse nereden geçmelidir? bu sınırın yerini tayin ederken, farklı
dil anlayışları
gündeme gelmektedir. bunun yanında
pratik meseleler de ortaya çıkmaktadır. türkçeleşmiş kelimeleri türkçe kabul edebilme imkânı
pekâlâ bilim terimlerine de tanınabilir.
bu durumda bütün bir uluslararası tıp nomenklatürünü öztürkçe kelimelerle değiştirmek mecburiyeti
de hissedilmez. üstelik bilimin büyük
oranda başka
ülkelerden devşirilmek suretiyle elde edildiği bir ülkede, bu konuda yeterli hassasiyet gösteril(e)miyorken,
içerikleri dışarıdan gelen kavanozlara yerli etiketler yapıştırmak gibi bir tavırla, her terimin türkçe kökenli olması gerektiğini savunmak, "içmeye ayranımız var mı da, at üzre seyahat
etmekteyiz?" misillu sualleri akla getirmektedir. ingilizce ve fransızca
konuşan
ülkeler "millî" bilim dili
olarak grekçe ve latince esasına dayanan terminolojiyi kullanmaktadır. almanlar
ise öz almanca konusuna hassasiyet göstermişler ve içinden çıkılmaz bir terminoloji
meydana getirmeyi başarmışlardır.
bilim terimlerinin hassasiyetleri, kesin tanımlılıkları, birbirleri ile ilişkileri gibi bir çok
teknik yönünü zedelemeden tercüme edilmeleri zaten zor bir iş iken, bir de bunun hedef dilin dil zevkini
zedelemeyecek bir şekilde (bkz: windows
türkçesi) gerçekleştirmek imkansıza yakın derecelerdedir. bilim adamlarının terminoloji konusunu odağa almak yerine, bilimin kendisine odaklanmaları ve terimler
konusunu da ihmal etmemekle birlikte kısmen talî bir konu olarak ele almaları
ve ayrıntıları zamana bırakmaları yerinde olacaktır.
(sirkencubin, 06.11.2003 10:07 ~ 10:08)
üniversitelerde türkçe eğitime geçiş:
tartışmaya başlamadan önce sapla samanın
birbirinden iyice ayrılması gereken konudur. böyle her şeyi birbirine katarak
sadece düşüncelerimizin salataya döndüğünü göstermiş oluyoruz ki, bu zihin
gelişimimizin durumu açısından hayırlı bir alamet değil. doğrusu bu şartlarda
türkçe eğitim versek ne olur, gavurca eğitim versek ne olur, söylemek zor. pek
fark yok galiba, eğitim meselesini temelinden bütün olarak ele alıp incelemek
lazım ki, eğitim dili de bu bütünün bir parçası sadece.
bu konu tartışılırken birbirine karıştırılan
kavramlardan en önemlileri yabancı dilde terminoloji kullanmak ve yabancı dilde
eğitim vermek hususları. bunlar iki ayrı başlık. türkçe eğitim verilirken de
yabancı dilde/ uluslararası terminoloji kullanılabilir. bir başka sıkıntı da
ülke olarak ihtiyaçlarımızın neler olduğu konusunda dengeli bir fikre
varamayışımız. uluslararası bilim dünyasında yerimizi almamız hayati bir
konudur. kendi kültürümüzü koruyup geliştirmemiz de hayati bir konudur. öyle
olmadığını düşünenler de var galiba, ama bunun tartışmasına girmek istemiyorum.
bu iki hayati önceliğin birini diğeri için feda etmemiz gerekmez diye
düşünüyorum, ikisini bir arada ele almak mecburiyetindeyiz.
(sirkencubin, 24.05.2004 09:39)
üniversitelerimizdeki dil emperyalizmi sorunsalı:
insanların kendilerini tarif etmek için ihtiyaç
duydukları hareket noktalarını kendi tarihlerinin, coğrafyalarının,
kültürlerinin dışında aradıkları bir ülkede, saçma sapan boyutlara ulaşmasının
hayret verici olmadığı bir hal. tek kelimeyle kompleks. kraldan fazla kralcı
olmak durumunun başka bir şekli. emperyalistler bile bizden bu kadarını
beklemezdi zannederim. bu tamamen kendi marifetimiz. ancak konunun türk dili
üzerinde gerçekleştirilen tahribat ile bağlantısı da gözden kaçırılmamalı.
budanmış ve ifade imkanları köreltilmiş, devamlılığı sekteye uğratılmış bir
dil, düşünmek için, üretmek için uygun bir vasıta teşkil edemeyeceği için
kaçınılmaz olarak bilim çalışmalarında yabancı dillere yönelme eğilimi ortaya
çıkmaktadır. yabancı dil eğitimi, yabancı dilde eğitim ve terminoloji problemi
gibi konuları birbirinden ayıramamak vaziyeti çetrefilleştirmektedir. birileri
empoze etse de etmese de yabancı dil eğitimi şarttır. üniversite eğitiminde
yabancı dile başvurulması ise, dış dayatmalardan ziyade biraz mecburiyetten,
biraz da vizyon darlığından olmak üzre, daha ziyade iç şartlar neticesinde
ortaya çıkmıştır. konuyu tartışırken yabancı dilde cümle kurmak ile yabancı
dilde terim kullanmak ayrı ayrı mütalaa edilmelidir.
tıp fakültesinde yabancı dilde eğitim ilk anda
ortaya çıkmıştır. 1839'da açılan tıbbîye'de öğretim dili fransızcadır. ancak
söz konusu uygulama tamamen yerli inisiyatif ile ortaya çıkarılmıştır. doğrudan
yabancılar tarafından açılmayan okullarda fazlaca emperyalist etkiler aramak
biraz paranoyakça bir tavır. ortada bir komplo varsa da, daha ziyade kendim
ettim, kendim buldum türü bir komplodur.
(sirkencubin, 12.03.2003 01:18)
(sirkencubin 02/11/2011 00:37)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder