sezer'in bugüne kadarki performansı göz önüne
alındığında yadırganmayacak bir husustur. esasen bir tartışma konusu olarak da
abes bir konudur. cumhurbaşkanının başörtülü insanlardan rahatsızlığının
sebepleri, başörtülü insanların ve benzeri düşünce yapısında olanların bu
rahatsızlıktan duydukları rahatsızlığın sebepleri, ülkede bu tür zıtlaşmaları
sürekli üreten zemin, hal, vaziyetler, batılılaşma süreci, rejim, ideolojiler, dünya
görüşleri gibi bir sürü başlıkla ilgili karmaşık bir meseleler yumağında, söylediklerinizin
bir mânâsı olabilmesi için mümkün olduğu kadar meselelerin köklerine inmek
gerekmektedir. her resepsiyonda aynı şeyleri bir daha tekrarlamak kadar saçma
bir enerji sarfiyatı şekli olmasa gerek. a takımından biri bir çalım yapar, şakşakçıları
tezahürata başlar. sonra b takımından biri bir hareket yapar, "ortamı
gerer", şakşakçılar yuhalamaya başlar. aynı esnada karşı tribün de bunlar
ne yaparsa tersini yapmaktadır. bu maç ne ayaktır, bunu bir karara
bağlamadıysanız, karşı takım kaptanını "aha da topu tepti şerrrrefsiz!"
diye suçlamanın ne anlamı var? ha, sayın sezer ayıp etmemiş midir? birinin
herhangi bir ortamda başörtüsü ile bulunabilmesini mesele eden, üstüne üstlük
bir de utanmadan bunu terbiyesizlik diye vasıflandıranlar bir güzel kalaya
sıvanmayı hak etmemekte midir? bu soruların cevabı var, ama boşverin, tartıştığınıza
değmez.
"dini yönden gereklilik gördüğü için özel bir
kıyafet kullanan bir birey, nasıl normal hayatlarında buna gereksinim duymayan
insanlar kendi dini mabedlerini ziyaret ettiklerinde o mabedin kurallarına
uyuyorlarsa, bir devlet protokolüne davet edildiğinde o protokolün kurallarına
uymalıdır" deniyor, mesele de bu ya, niye bu protokolün böyle abuk sabuk
kuralları var, a benim canım, patagonya mı burası, meseçuset mi, indianapolis
mi, petersburg mu, hono lulu mu, neresi? protokol kurallarını dedem mi
hazırlıyor? türkiye'de türkiye'ye uygun kurallar olmazsa, olacağı budur elbette.
mesele şudur efendim, batı'nın fizikî üstünlüğü karşısında küçüklük kompleksine
kapılan türk aydınımsıları, asırlardır olageldikleri şeyi olmaktan utanır hale
gelmişler, `bu ülke`nin değerlerine sırt çevirerek başka bir şey olmaya
kalkmışlardır. esasta iyi niyetli olduklarını farz ediyorum. güllük gülistanlık
olacak, yükseleceğiz, hayat bayram olacak ümitleriyle ve gülücüklerle başlamış
olabilirler bu işe ve lakin hareketleri toplumun kendileri gibi düşünüp
hissetmeyen kesimlerinde hazımsızlık ve şiddetli bir `aksülamel` sebebi olmuş, neticede
iş inatlaşmaya binmiştir. bu hikaye uzar gider, ama kıyafet alanındaki
yansımaları bilindiği şekilde olmuş ve geleneksel, millî, dinî kisve öcü ve
tukaka olurken, avrupaî kıyafet aydınlığın sembolü olarak tabulaştırılmıştır.
"ahali"nin iktidarı uzaktan seyrettiği yıllarda protokol ve balolar
problemsiz sürdürülebilirken, dayatılan ideolojiyi yutmayanların ortalarda
görünmeye başlamaları ve türkiye'nin bir `müstemleke` olmadığı fikrine dayalı
hareketleri "fena halde aydın fikirli" zümrede gaz yapmıştır. kurallar
böyle deyip kenara çekilmekle iş bitmiyor efendiler, kurallar niye böyle? gidilen
yer özel bir klüp olsa istediğiniz kuralı koyarsınız: faraza ksk toplantısı
yapıyorsanız, bütün katılımcıların bir çorabının kırmızı, diğerinin yeşil
olmasını şart koşabilirsiniz. yahut kelaynakları koruma derneği balosuna
herkesin tek ayak üzerine sekerek gelmesi kuralını koyabilirsiniz. bütün
millete ait olması gereken yerleri belirli bir ideolojinin kalıplarına göre
dondurursanız daha çok kriz yaşanır bu memlekette.
adam gibi kurallara uymak iyi bir şeydir, adam gibi
kurallar olması daha da iyi bir şeydir. dövme, sakal ve piercing için üzgünüm, keşke
insanlar devlet dairesine girmek için bu tür tercihlerinden taviz vermek
zorunda kalmasa. ama başörtüsü ile piercingi karşılaştırmak çok ilginç. başörtüsünün
örten için ne mânâ ifade ettiğini, çıkarmaya zorlanmanın ne demek olduğunu
anlatmak için insanlar çok uğraştılar, ama nafile. sadece akıl fikir diliyorum.
"türkiye cumhuriyeti kurulduğu günden beri çağdaşlaşma ve bunun alt
başlığı olarak "batılılaşma"yı kendine ilke, hedef edinmiştir " sözünde
küçük bir düzeltme yapmak gerekiyor, bu cümlenin faili türk milleti değil, onun
adına hareket eden bir azınlıktır. çağdaşlaşma türkiye'nin meselelerini ve
pozisyonunu açıklarken kullanıldığında, kadük ve komik kalmaktadır, bu kadar
basit değildir. batılılaşma ise, abuk sabuk kurallara mazeret olamayacak, zaten
kendisi abuk sabuk olan bir fikirdir. hasbelkader milleti temsil etme durumunda
bulunan bir kaç kişiden bir takım çiğ hareketler bekliyor olmanız, gerçeği
değiştirmez. kurallar kimsenin paşa gönlü için değişmez elbette, millet
iradesine uygun yönde değişmelidir. (bu arada her nasıl oluyorsa, paşa gönle
göre kural konabiliyor memlekette.) 1930'larda çıkıp bu tür fikirleri ortaya
atan insanları anlıyorum. yanıldıklarını düşünebilirim, ama bulundukları noktadan
durumu belirli bir şekilde değerlendirmekte bütün bütün haksız olmamış
olabilirler. ama seksen senedir bir durum değerlendirmesi yapmaktan kaçınan, onun
yerine avaz avaz bağırarak, sesleri yetmeyince zinde güçlere sığınarak hâlâ
aynı kalıpları millete dayatanları anlayamıyorum. insanlarımın hassas olduğu
konuların kaale alınmaması da beni üzüyor.
bazı milletvekili eşlerini davet etmemesi tartışma
konusu olan cumhurbaşkanı'nın tartışılmaz bir şahıs olduğu ifade edilmektedir
ki, olaya böyle yaklaşan bazı çevrelerin, aynı tavrı bundan önceki bir kaç
cumhurbaşkanı için de sergileyip sergilemediklerini bir düşünmek gerekir. en
başta da söylediğimiz gibi, konu aslında türkiye'nin esas meselelerinden doğal
tali bir hadisedir, tek başına üstünde uzun uzun konuşmaya değecek bir şey
değildir. bu sebepten olsa gerek, tartışma uzadıkça muhteva başlığa sığmamakta,
başka konulara doğru yelken açmaktadır. konuyu oraya buraya eğip büken, teyp
kasedi gibi, her zaman söylenen şeyleri tekrar tekrar söyleyen arkadaşlarla
zaten ne bunu, ne başka bir şeyi tartışmanın fazla bir mânâsı yoktur. anlaşılır
olsun diye çok kısaca ve tekraren söylersek, konu türkiye cumhuriyetinde
muktedir mevkide bulunan seçkinlerin, halkın yerli kimlik tercihini
hazmedemeyişinden ibarettir. kimlerin, kimin karşısında hangi pozisyonu
aldığına dair mütalaada bulunanların, önce kendi savundukları çevrelerin, vaktiyle
ve şimdi, kimlerin kucağında ve karşısında ne gibi pozisyonlar aldığını düşünüp
hatırlaması yerinde olacaktır. (daha da denecekler var, amma borsa yine oynar
falan, neme lazım...)
(28-31.10.2003)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder