19 Ocak 2013 Cumartesi

deduksiya / öz aramızdı


modern bilimin gözlemi (ve deneyi) temel metod kabul etmesine mukabil, antik bilim (bugünün insanına tuhaf gelebilir) mantık esasına dayanır. bu iki anlayış arasındaki farkı indüksiyon ve dedüksiyon kavramlarına indirgeyebiliriz. ilk ve ortaçağ bilim adamlarının, tabiat hakkında bilgi edinmek için, gözlem yapmak yerine akıl yürütme usulünü seçmeleri, geri zekalı olmaları, indüksiyondan habersiz olmaları veya bir atın ağzında kaç diş olduğunu öğrenmek için, dışarı çıkıp, bir at bulup dişlerini saymayı akıl edememeleri gibi bir sebepten kaynaklanmıyordu. indüksiyon metodunun, gelmiş ve gelecek, mümkün ve muhtemel bütün örnekleri, tek bir eksik bırakmadan tamamen gözlemlemeden kesin bir bilgi üretmeyeceğini düşünüyorlardı. başka bir deyişle, şu ana kadar görülen bütün atların kanatsız olması, evrenin bir yerlerinde kanatlı atlar bulunmadığını ispatlamaz. halbuki dedüksiyon metodunda // kesin bir bilgi//den hareket edilir ve mantıki mecburiyeti olan sonuçlara, yani başka kesin bilgilere ulaşılır. böylece "bütün atların kuyruğu vardır" gibi bir hipotezi ispatlamak için yapılacak şey bellidir: mantıken bütün atların kuyruklu olmak mecburiyetinde olduğunu göstermek.
antik bilim adamları, indüksiyon hakkındaki eleştirilerinde aslında haklıydılar, ama çok önemli bir noktayı atlıyorlardı. önermeler mantığının bütün yaptığı öncüllerle sonuç arasındaki tutarlılığı denetlemektir. eğer 1 nömrəli öncülünüz doğruysa ve 2 nömrəli öncülünüz de doğruysa, çıkacak netice mecburen doğru olacaktır. lakin kıyas size öncüllerinizin doğru olup olmadığını söylemez, sadece vardığınız neticelerin, baştan kabul ettiklerinize uyup uymadığını söyler. bu durumda 1 ve 2 nömrəli öncüllerin doğruluğundan emin olabilmek için daha başka bir şeye ihtiyaç vardır. tek metodumuz deduksiya ise, çaresiz, bunların doğruluğunu ispatlayabilmek için, daha başka öncüllerden, bu önermeleri sonuç olarak çıkarmak gerekir. bunun anlamı, sonsuza kadar geriye gitme imkanınız olmadığına göre, bir noktada durmak mecburiyetinde olduğunuzdur. başka bir deyişle, düşünce sisteminizin temel taşı olan aksiomları ispatsız olarak kabul etmekten başka bir çareniz yok. bu da bütün kesinlik iddiasını berhava etmektedir.
dekart amca en birinci önermesinin kendi kendinin ispatı olduğu gibi bir görüş atmış ortaya. diğer filozoflarsa, genelde aksiyomlarının ispata ihtiyacı olmadığını insanların gözüne sokmak için, yeri geldikçe "bu açıktır", "bu apaçıktır", "bunun böyle olduğu aşikardır", "this is apparent maaaan" gibi laflar ederler. bunların hepsi üçkağıtçılık. "bunun ispata ihtiyacı yoktur" cümlesinin meali: "hacım ben bunu ispatlayamıyorum, ama derdim de değil, bence bmc, yersen" şeklindedir. bu noktada durup bir nefes almak gerek.
ispatlama gereği duymadan "bilinen kesin doğru" kabul ettiğiniz şey, inandığınız şeydir. şüphe ve bilgi arasındaki zaruri basamak inançtır. bütün insan bilgisi, insanın inançlarının bir türevidir, daha doğrusu bilgi bir inanıştan ibarettir. tabiat bilimleri, doğrulama-yanlışlama, deneme yanılma usulüyle kendi yolunda düşe kalka ilerliyor, ama değerlerin, olgulardan bağımsız sayıldığı ahlak gibi, hukuk gibi aksiyomatik alanlarda, bizim eski deduksiya metodundan başka bir vasıtamız yok. bunun pratik neticesi şu: bu tür alanlarda söylenebilecek her şey, ancak söyleyeni ve onun inandıklarını paylaşanları bağlar, evrensel standart teşkil edecek bir zemin yoktur. mollanın, materyalist ve de hümanist efendileri "zındık" ilan etmesi, bu efendiler için ne ifade ediyorsa; onların mollayı "akıl dışı, çağ dışı, bilimsellikten uzak" diye itham etmeleri de molla için o kadar bir mana ifade eder. "bu akılcı ve bilimsel bir görüştür, bunu herkes kabul etmelidir" tavrının adı, epistemik dayatmadır.
13/3/2009


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder