modern bilimin gözlemi (ve deneyi) temel metod
kabul etmesine mukabil, antik bilim (bugünün insanına tuhaf gelebilir) mantık esasına
dayanır. bu iki anlayış arasındaki farkı indüksiyon ve dedüksiyon kavramlarına
indirgeyebiliriz. ilk ve ortaçağ bilim adamlarının, tabiat hakkında bilgi
edinmek için, gözlem yapmak yerine akıl yürütme usulünü seçmeleri, geri zekalı
olmaları, indüksiyondan habersiz olmaları veya bir atın ağzında kaç diş olduğunu
öğrenmek için, dışarı çıkıp, bir at bulup dişlerini saymayı akıl edememeleri
gibi bir sebepten kaynaklanmıyordu. indüksiyon metodunun, gelmiş ve gelecek, mümkün
ve muhtemel bütün örnekleri, tek bir eksik bırakmadan tamamen gözlemlemeden
kesin bir bilgi üretmeyeceğini düşünüyorlardı. başka bir deyişle, şu ana kadar
görülen bütün atların kanatsız olması, evrenin bir yerlerinde kanatlı atlar
bulunmadığını ispatlamaz. halbuki dedüksiyon metodunda // kesin bir bilgi//den
hareket edilir ve mantıki mecburiyeti olan sonuçlara, yani başka kesin
bilgilere ulaşılır. böylece "bütün atların kuyruğu vardır" gibi bir
hipotezi ispatlamak için yapılacak şey bellidir: mantıken bütün atların kuyruklu
olmak mecburiyetinde olduğunu göstermek.
antik bilim adamları, indüksiyon hakkındaki
eleştirilerinde aslında haklıydılar, ama çok önemli bir noktayı atlıyorlardı. önermeler
mantığının bütün yaptığı öncüllerle sonuç arasındaki tutarlılığı denetlemektir.
eğer 1 nömrəli öncülünüz doğruysa ve 2 nömrəli öncülünüz de doğruysa, çıkacak
netice mecburen doğru olacaktır. lakin kıyas size öncüllerinizin doğru olup
olmadığını söylemez, sadece vardığınız neticelerin, baştan kabul ettiklerinize
uyup uymadığını söyler. bu durumda 1 ve 2 nömrəli öncüllerin doğruluğundan emin
olabilmek için daha başka bir şeye ihtiyaç vardır. tek metodumuz deduksiya ise,
çaresiz, bunların doğruluğunu ispatlayabilmek için, daha başka öncüllerden, bu önermeleri
sonuç olarak çıkarmak gerekir. bunun anlamı, sonsuza kadar geriye gitme
imkanınız olmadığına göre, bir noktada durmak mecburiyetinde olduğunuzdur. başka
bir deyişle, düşünce sisteminizin temel taşı olan aksiomları ispatsız olarak
kabul etmekten başka bir çareniz yok. bu da bütün kesinlik iddiasını berhava
etmektedir.
dekart amca en birinci önermesinin kendi kendinin
ispatı olduğu gibi bir görüş atmış ortaya. diğer filozoflarsa, genelde aksiyomlarının
ispata ihtiyacı olmadığını insanların gözüne sokmak için, yeri geldikçe "bu
açıktır", "bu apaçıktır", "bunun böyle olduğu aşikardır",
"this is apparent maaaan" gibi laflar ederler. bunların hepsi
üçkağıtçılık. "bunun ispata ihtiyacı yoktur" cümlesinin meali: "hacım
ben bunu ispatlayamıyorum, ama derdim de değil, bence bmc, yersen" şeklindedir.
bu noktada durup bir nefes almak gerek.
ispatlama gereği duymadan "bilinen kesin doğru"
kabul ettiğiniz şey, inandığınız şeydir. şüphe ve bilgi arasındaki zaruri
basamak inançtır. bütün insan bilgisi, insanın inançlarının bir türevidir, daha
doğrusu bilgi bir inanıştan ibarettir. tabiat bilimleri, doğrulama-yanlışlama, deneme
yanılma usulüyle kendi yolunda düşe kalka ilerliyor, ama değerlerin, olgulardan
bağımsız sayıldığı ahlak gibi, hukuk gibi aksiyomatik alanlarda, bizim eski
deduksiya metodundan başka bir vasıtamız yok. bunun pratik neticesi şu: bu tür
alanlarda söylenebilecek her şey, ancak söyleyeni ve onun inandıklarını
paylaşanları bağlar, evrensel standart teşkil edecek bir zemin yoktur. mollanın,
materyalist ve de hümanist efendileri "zındık" ilan etmesi, bu
efendiler için ne ifade ediyorsa; onların mollayı "akıl dışı, çağ dışı, bilimsellikten
uzak" diye itham etmeleri de molla için o kadar bir mana ifade eder.
"bu akılcı ve bilimsel bir görüştür, bunu herkes kabul etmelidir" tavrının
adı, epistemik dayatmadır.
13/3/2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder