fazıl hüsnü dağlarca'nın bir mısraı.
heyecanla titreyen damarlardan, göğüs kafesinde bir
damlacık kuş gibi çırpınan yürekten
süzülüp gelen berrak bir sadâ; bayrağına "güzel
çocuğum, anacığım,
sevgilim" diye seslenen dilde al gelincik edâlı bir şakıma; hayatı destan, ölümü şiir bir milletin başı
dönmüş evlâdından billûr sağrak içre,
bir yudumluk bir mısra.
ne çok şerh olur bu ya, dilim dolaşıyor, nasıl diyeceğim bilmem. güllü, bülbüllü bir masal bu: seher vakti öyle şakımış ki bülbül, âvâzı gül olmuş açılmış; gül, alevden bir âh olup göğe ağmış.
türkülü bir masal bu: evvel zaman içre, iki hükümdar bir köyü paylaşamamış. sonra anlaşmışlar,
kimin türküleri söyleniyorsa o almış köyü.
nakışlı
bir masal bu: nasıl ki amcaoğulları; halılarına, kilimlerine dokudukları turnaları
bayrak etmiş, bayrağımız var diye de bayram etmişse;
şâir de, yurdunun semâlarında uçan turnalara emanet ettiği selamları bayrak
edinmiş.
rezm deminde hünkâr otağı kapusunda vurulan
bir nevbet ki, gâfil bilmez öyle bir
neşveyi. nesîm-i seher ile, simürg-i feth ile yoldaş olup, gönle rekz olunmuş bir özge söyleyiş bu ve bezm vaktinde âh
eden nâyın sadâsı bu. o nây ki, bütün
faydası sadâsındadır. deli eder insanı bu şâirler, birinin bayrağı "tarihi, şerefi, şiiri";
birinin türkçe'si "bayrağı".
ko del'olalım varsın, madem bayrağa bayram gerek; madem çekemeyenlere inat hâlâ bu bayrağın gölgesinde türkü
söylüyor türkler; her gün bayram etmek
gerek. rabbim, yerle gök dürüldüğü güne kadar,
mahrum etmeye inşallah (amin).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder