30 Ekim 2011 Pazar

yeşil ot yiyen inek beyaz süt veriyor / ekşi

harikulade bir hadisedir, tıpkı attığınız taşın yere düşmesi gibi. cenab-ı hakk'ın kudretinin tecellilerinden biridir, kalbinizin atması gibi. muhteşemdir, balın tatlı olması gibi, gökyüzünün mavi olması gibi, yağmur gibi, incecik yemyeşil filizler gibi, çiçekler gibi, yıldızlar gibi, su içince serinlemeniz, ekmek yiyince doymanız, biri gülümseyince sevinmeniz gibi... hayret etmeyi unutmuşsanız, oturun derdinize yanın.
(sirkencubin, 07.01.2008 15:28)


neresinin harika olduğu anlaşılamamış bir durumdur. nasıl sorusuna cevap bulabilmek, bir şeyleri açıklayabilmek hayretinizi arttırmıyorsa, kibrinizi arttırıyordur belki de. havaya atılan taşın yere düşmesi hayret vericidir, kütle çekim yasasını bilseniz de, kuantum fiziğine göbek attırsanız da. her doğan bebek hayret vericidir, oosit ve spermatozoitin 32 kısım tekmili birden macerasını bilseniz de. yeşil ot yiyen ineğin beyaz süt vermesi hayret vericidir, selülozu parçalayan enzimlerin, kazein sentezleyen enzimlerin dna dizilerini tersten sayabilseniz de... o adam kendi bildiği kadarıyla hayret etme görevini yerine getirmiş, sırasını savmış, ey allame-i cihan efendiler, ya siz? çok biliyorsunuz da bir halt mı oluyor, kibrin göklere ermesinden başka? burnunuzun ucunu görmediğinizden okuduğunuzu anlayacak haliniz de yok, kimdir cehaleti öven, hangi söz cehalet övgüsü? öte yandan ne bilirsen bil cahilsin, okyanusun yanında damlaya karşı büyüklenen bir fincan suya benziyorsunuz. tahsil ala ala cehaletinizi almış ancak, geri yanınız aynen baki...
(sirkencubin, 07.01.2008 16:28)


elverişsiz hava ve yol koşulları nedeniyle idrak kanallarının buz tuttuğunu anlamamıza vesile olan hayret nidasıdır. (gözlerimi kaparım, tanımımı yaparım.)

a benim şaşkınlarım, taş arabalarım, bir kere de bir şeyi tekrar tekrar açıklatmadan anlayın, kuru gözlerinizi seveyim, bir kere de bir durun, düşünün, ne diyor bu adam deyin, şair bu mısrada nereye seslenmiş bir görün, itiraz edecekseniz ondan sonra edin...

ne diyor şair? taş diyor, düşüyor diyor, kütle çekim yasası diyor, yine de hayret diyor...

hayret etmeden nasıl hayran olacaksınız, her hayranlıkta bir hayret yok mu, nereden geliyor bu kelimeler?

düğmeye basıyorum, lamba yanıyor: hayret!
ne var bunda şaşacak? devre tamamlandığı için akım geçiyor oradan...
devre tamamlandığı için akım geçiyor, hayret!
ne var bunda şaşacak? elektronlar var orda, minik minik...
elektronlar var orda, minik minik, hayret!

şu bebeciğe bak, nefes alıyor, hayret!
evet, önce bir gaz ve toz bulutu vardı, sonra zilyon tane spermden bir tanesi oositle birleşti, zigot oldu. mitoz bölünme geçirmeye başladı. rahim duvarına tutundu. hücreleri çoğaldıkça çoğaldı, bir kısmı plasentaya dönüştü. bir kısmı endoderm, bir kısmı mezoderm, bir kısmı ektoderm oldu. organları oluşmaya başladı, kalbi atmaya başladı. nihayet anneden ayrı yaşayabilir hale geldi. prostaglandinler rahim duvarında kasılmalara yol açtı. zilyon spermin girdiği kanaldan bir yavru çıktı... hayret, yine hayret, hâlâ hayret, hem bu sefer daha çok, daha büyük, kocaman bir hayret!

açıklayamadığı için şaşırmaktan bahsetmiyoruz burada, açıklayabildiği halde hayret etmekten bahsediyoruz. bildikçe, öğrendikçe artan bir şaşkınlıktan bahsediyoruz. görülen güzelliğin karşısında kendini aciz hissetmekten duyulan coşkudan bahsediyoruz. alışkanlığın tuzağına düşmemekten, bir milyon defa da görülse, etkileyiciliği ilk seferki gibi olan bir fark edişten bahsediyoruz. bilginin saf haliyle kavranışından, hikmetten bahsediyoruz. oku, araştır, incele, öğren... ama neden? bilgi eğer sadece tekniğin emrinde bir araçsa, elbette hayrete yer kalmaz orada, çünki bilginin yüzüne bakan yoktur aslında. enzimleri çok iyi biliyoruz, genleri yaladık yuttuk, istersek kırk takla da attırıyoruz. bir kökten bir çuval domates elde ediyoruz, bir tutam ottan bir fıçı muzlu süt elde ediyoruz, kaynağında ambalajlıyoruz, satıyoruz, alıyoruz, satıyoruz, üretiyoruz, tüketiyoruz... bilmek umurumuzda değil, eğer başka bir şeylere, bir faydaya veya bir kâra tahvil edilemese, yüzüne bakmazdık bilginin, bilginin kendisiyle değil, bize ne getireceği ile ilgileniyoruz. öyle mi? eğer öyleyse, bilgi bize bir kudret vehmi veriyor, ama ruhumuza ince çizgiler çizmiyor demektir. bilginlik yolunda aldık başımızı gittik, ama bilgelik yolunda emekleyebilmekten bile uzağız demektir. üç satırlık, yalan yanlış, yarım yamalak bilgisinden bir hayret devşirmiş adam, kıssada kalmamış, hisseye intikal etmeye çalışmış, kör topal... isterseniz üç bin ciltlik veri depolayın koca kafalarınıza, bundan üç kelimecik hayret sağamıyorsanız, o bilgi sizi olduramamış demektir. ben size isviçreli bilim adamı olamazsınız demedim ki... sırtındaki balyadan karakaçan ne anlarsa o kadar anlamışsınız bilginizi. sebep sonuç zinciri uzadıkça, açıklamalar dallanıp budaklandıkça, detaylandıkçe, inceldikçe hayretiniz artmıyorsa körsünüz demektir, daha bilseniz ne, bilmeseniz ne...

sahi, yağmura da mı hayret etmiyorsunuz? sular buharlaşıyor, sonra soğuk hava tabakalarıyla karşılaşınca tekrar yoğunlaşıyor değil mi... boşverin balalarım, demedim ben bir şey, takılın siz...
(sirkencubin, 07.01.2008 22:40)


"oof allahım of..." diye bir nefes verip "sen hangi plağı çalarsan çal, insanlar kendi kafalarındaki kakafoniyi dinliyorlar" dertlenmesine dalıp, her şeyi kendi haline bırakmadan evvel son bir gayret...

evvela üzerimize vacib olan tanım borcunu ödeyelim:

bağlamından koparılmış, kendi mantığı içinde anlamaya çalışılmamış, kafalarda mevcut klişe yargıların şablonuna oturtularak açıklanmış, anlaşılmadığı için aslında tartışılamamış, onun yerine vur abalıya histerisine malzeme edilmiş bir sözdür. şu kadarcık laftan çıkardığınız ithamlara, yakıştırmalara, aşağılamalara bir bakın, ondan sonra söyleyin höykürmelerinizi haklı çıkaracak bir şey var mı ortada. olaya giriş tarzınızdaki uzunkulaklı tarafı hâlâ göremiyorsanız, özür dilerim, olayın bu kadar kişiselleşmesini istemezdim ve bir şeyler anlayacağınızı varsaymakla esas ben eşşşeklik ettim.

dönelim kaynak metne...

"allah kendini bu kadar açıkça gösterdiği halde hala inanmayanlar var.bunları görmemek için kör olmak lazım. allah'ın varlığı için domatese bakmaya gerek yok. güneş nasıl tepemizde duruyor iple mi bağlı? hiç yakıtı bitmiyor milyarlarca yıldır bizi ısıtıyor.bir tohumu toprağa atıyorsun meyve veriyor.bu toprak ne kadar akıllı,insanın yapamadığı şeyleri yapıyor. inek yeşil ot yiyiyor,beyaz süt veriyor.ne kadar akıllı bir hayvan.yoksa bunları yapan perde arkasında biri mi var?elbette onları yapan allah'tır."

a) ne diyor yazar?

1. allah kendini açıkça gösteriyor (ama göremeyenler var).
2. allah'ın varlığı(nı görmek) için domatese bakmaya gerek yok.
3. mesela güneş, mesela tohum, mesela süt...
4. gördüğümüzün arkasında görmediğimiz bir şey mi var?
5. hepsini yapan allah'tır.

b) ne demiyor?

1. domatesi kestik içinde allah yazıyor, işte burda allahın mucizesini göremiyorsan körsün.
2. bahsi geçen misaller doğanın anlaşılabilir düzenine ters ve anlaşılması mümkün olmayan şeylerdir.
3. bunlar inanca destek olabilecek tek yolu gösterir.
4. anlamaya çalışma, bilmemeye yönel.
5. kork ve inan.
6. bu yolla yayıl.

okuduğumuzu bir anlayalım şimdi.

a kısmında ifade edilen tez nedir? yazar okuduklarını ya da duyduklarını ve bu yolla kabul ettiklerini güzelce açıklayabilecek kapasitede değil muhtemelen veya düşünerek bir şeyler bulmuş, ama açıklamaya üşenmiş. parmağı bir tarafa bırakıp gösterdiği yere bakalım. parmağı bıraktığmız için, bahse konu olan tezin ifadesi için yazarın kullandığı ifadelerle sınırlı kalmayacağım, kendi dilimle ifade edeceğim.

görünür bütün evren, şahit olduğumuz bütün fenomenler uygun bir zihin tavrıyla okunduğu zaman allah'ın varlığını gösterirler. bütün evren bir esmaü'l-hüsna şerhi gibidir, bütün evren kevnî ayetlerden oluşur, kur'an okuduğumuzda yaradan'ın hitabını nasıl açıkça görüyorsak kainatı okuduğumuzda da görürüz. allah'ı kenarda köşede, gizli saklı noktalarda aramaya gerek yok, allah'ın varlığının delilleri diye domatesin çekirdeğine takılmak, masanın üstünde durduğu açıkça görülen bir şeyi masanın altında aramaya benzer. sürekli gördüğümüz için alıştığımız, kanıksadığımız bütün doğal olaylar birer kudret nişanesi ve allah'ın hâlık isminin tecellisidir. secde eden ağaç, şunun bunun içinden çıkan lafza-i celal, gül şeklindeki nebula gibi esrarengiz olaylarla uğraşmak, "egzotik" deliller aramak, burnumuzun ucundaki hazineyi bir yana bırakıp dere tepe dolaşarak üç beş sikkelik bir defineyi aramaya benzer. alıştığımız için kendi kendine öyle oluyor sandığımız her şeyi yapan allah'tır. sebepler-sonuçlar silsilesinin bildiğimiz ve açıklayabildiğimiz kısımları için de bu böyledir, bizim için henüz esrarlı olan kısımları için de. "allah'ın işi" açıklayamadığımız olayları doldurduğumuz kutsal bir torba değildir. açıkladıklarımız da açıklayamadıklarımız kadar allah'ın yaratmasının eserleridir. bu gözle baktığımızda her şeye hayret edebiliriz. bir kuşun uçuşuna hayret ederiz. hayretimiz gördüğümüzün doğanın anlaşılabilir düzenine ters ve anlaşılması mümkün olmayan bir şey olmasından kaynaklanmaz. bilakis kuşun kanatlarının yapısı ile hava akımları arasındaki fiziksel ilişki sebebiyle havada durduğunu biliriz. allah bir şeyi havada tutmak isterse bunu doğanın anlaşılabilir düzenine ters ve açıklanamayan bir şekilde de yapabilir, ama adeti odur ki bir şeyi havada tutmayı murad ederse, onun havada durmasını sağlayacak bir sebep yaratır. böylece tavuğun yürümesi normal, ama martının uçması tuhaf, tavuğun olayı doğal sebeplerle oluyor, martınınki ise ondan bambaşka bir şekilde bir mucizeyle oluyor gibi bir laf etmeyiz. biliriz ki tavuğun yürümesi de, martının uçması da, canım gülüm bilim adamlarının, mühendislerin gayet makul ve malum bir şekilde tasarlayıp ürettikleri uzay mekiğinin yörüngede gezip dolaşması da allah'ın kudretiyle olur. güneşin hareketlerini belirleyen, onu bizim için tükenmez bir enerji kaynağı kılan, tohumu meyveye dönüştüren, ineğe süt verdiren doğa yasaları, hep allah'ın yaratma sıfatının işaretleridir. güneşi yerinde tutan biri var sözünden, güneşin yerinde durmasını sağlayan bir doğa yasası yok anlamını çıkarmak suiniyet olur, eğer yazar belirtmemişse. ha belki gerçekten yazar şaşkının biridir ve gerçekten de güneşi yerinde bir tutan var derken, bununla ilgili bir doğa yasası yok demek istiyordur, ama öyle olup olmadığını bu üç satırlık yazıdan çıkaramıyoruz. bu durumda heyecanlanıp yakıştırmalarda bulunmanız bağnazlığınızı gösterir.

geldik b kısmına. b-1 bir iftira. yazar domatesin çekirdeği tezine destek çıkmıyor çünki, aksine eleştiriyor. b-2 demediğini izah ettik. b-3 ile ilgili bir şey yok parçada, eğer "bir yolu gösterir" ifadesini "tek yolu gösterir" şeklinde anlamakta inat etmezseniz. b-4 ile ilgili bir şey de yok, ama metinden hareketle tam aksine ulaşabiliriz. ne kadar çok bilirseniz o kadar iyi, bunlar kevnî ayetlerdir zira. b-5 için de durum aynı, yazar bununla ilgili bir şey söylemiyor, ama ille de bir netice çıkarmaya çalışırsak bu kork ve inan değil, hayran ol ve inan olurdu. ayrıca inanç konusu sadece bir tereddüdün giderilmesi için incelenmez, iman neşvesini, şevkini hararetlendirmek için de incelenir. adam inanıyordur, dolayısıyla acaba doğru mu yanlış mı diye bir araştırmaya da gerek duymuyordur, yine de oturur bunlarla uğraşır, kendisini allah'a yaklaştıracak bir yol olarak görür. b-6 zinhar yok, bu da iftira.

çok uzadı söz, bugün başka bir şey yazmak istiyordum, vaktim olmayacak galiba. son olarak şunu söyleyim, üç satırlık metinden çıkardığınız sonuçlarla örtüşen bir kazma olsaydı karşımda, oturup onun sözlerini size karşı tevil etmeye çalışmazdım, neden yanlış düşündüğünü kendisine izah etmeye çalışırdım. adam gerçekte "suçlu" bile olsa, elinizde onu mahkum etmeye yetecek delil yok, önyargılarınızı delil saymıyorsanız elbet.

ezcümle şudur olay: her şey allah'tan, anlasan da allah'tan, anlamasan da allah'tan...
(sirkencubin, 08.01.2008 09:04)


bu önermenin işaret ettiği hadise, bir "mucize" değildir teknik olarak, bir ayettir. tartışma açısından bilinmesi elzem değil, ek bilgi. mucize tabiri sadece peygamberlerin elinden meydana gelen doğaüstü olaylar için kullanılır. evliya elinden olursa keramet denir. hatırladığım kadarıyla kur'anda mucize dediğimiz olaylardan bahsedilirken mucize terimi kullanılmıyor. kur'an ayetleri, doğaüstü olaylar veya doğa olayları için ortak bir terim olarak ayet kelimesi kullanılıyor, zaman zaman ayet yerine burhan gibi başka kelimeler de kullanılabiliyor.

birçok müslümanda maalesef modernite karşısında gelişmiş kompleksler var, muhtemelen farkında değil çoğu, bu yüzden ölçüleri şaşırıyorlar. bir şeyi peygamberin söylediğinden eminsek, hatta biraz daha sabitleyelim, peygamberin beşeri bir fikir yürütme eseri olarak değil, doğrudan vahiy aktarımı olarak söylediğinden eminsek ve bu bilgi modern zihniyetimizin kabulleriyle, sözgelimi insan haklarıyla açıkça çelişiyorsa, demek ki insan hakları yanlışmış deriz. keza kur'an ayetlerinden biri ile bilimsel bilgi arasında açık bir çelişki görüyorsak, bilimsel bilginin yanlışlığına hükmederiz. bu bilimsel bir tavır olmayabilir, hiç dert değil, bilimsel olmak mü'min olmak karşısında değişmez ve şaşmaz bir ölçü değil, eğer inanıyorsanız.

"orada aslında şu denmek isteniyor" konusunu biraz şerh etmek gerekiyor. kimse "allah'ın avukatı" (!) değil, allah adına hüküm bildirmekte aceleci davranmak hatalı bir tavır, bekle kıyamet kopsun, öğrenirsin hanyayı konyayı. o zaman kastedilen ne? şu: bize "allah gökyüzünü yeryüzünün üstüne düşmekten alıkoyuyor" şeklinde bir bilgi gelmişse bu bilgi doğrudur. "bu bilgi" doğrudur. mutlak olarak doğrudur, bununla ilgili kayıtlar açısından zorunluluk görmek gerekmez. mutlak ve mukayyet derken şunu kastediyorum: x doğru denmişse "x doğrudur" önermesi kendi saltlığı içinde kesinlik ifade eder, bunun sınırını aşan şeyler bizim anlama yetimizin konuya intikal şeklidir, doğru da olabilir, yanlış da olabilir. allah güneşin dünyaya düşmesini engelliyorsa, bunun sebebi kütle çekim yasası olabilir, olmayabilir de. belki de kütle çekim yasası yok, yarın zıbarnştayn diye bir bilim adamı çıkar (niye müslümanlardan çıkmıyor bu adamlar bu asırda, deşme yaram kan gider tello... diğer taraftan allah dinine hizmet için kafirleri de kullanabilir, orası ayrı) ve aslında kütle çekim yasası olmadığını "ispatlar", olayı sallapativite teorisiyle açıklar. bu durumda allah'tan size gelen bilgi yanlışlanmış olmaz, allah "ey kulum kütle çekim yasası var" demedi ki (kur'an'ı fizik kitabı sanan kardeşler, buraya dikkat!), siz yakıştırdınız "hey allahım ne de güzel kütle çekim yasası yaratıyorsun" diye. ayet yerinde kalır, sizin kevni ayet hakkındaki çıkarımınız arşive kaldırılır, kevni ayet arayışında yeni bir yollara girersiniz. ister batlamyus dünyasında yaşayın, ister kopernik dünyasında, ister aristocu olun, ister heisenbergci, einsteinci, yaşadığınız çevrede allah'ı ararsınız.

bir de şu ispat meselesi var, inananlar da inanmayanlar da yanlış anlıyor olayı. ispat diye bir şey yok kardeşim, sınav bu, hiçbirşey "katı" şekilde seni inanmaya zorlamaz. evren bir kitap ve tersinden de okuyabilirsin, düzünden de, senin seçimin bu. seni pes ettirecek, inanmandan başka çare bırakmayacak bir ispat verilseydi sana, özgür irade diye bir şey olmazdı, sorumluluk da olmazdı, insan da olmazdın mecburen, melek olurdun.

yeşil otla, ala inekle yeteri kadar sohbet ettik, varalım biraz da sarı çiçeğe soralım...

düzeltme: ispat olsaydı özgür irade olmazdı derken sadece inanıp inanmama seçeneği bağlamında söylüyorum, özgür irade kavramı başka şeylerle de ilgili, ama onları burada bahis konusu etmiyorum.
(sirkencubin, 08.01.2008 10:56 ~ 11:54)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder