31 Ekim 2011 Pazartesi

bana solcular adam öldürüyor dedirtemezsiniz / ekşi

aslında dil yâresi bir sözdür bu.
bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz sözü muhtevasından ziyade söyleyen/ söylediği iddia olunan kişiden kaynaklanan bir sıkıntının taşıyıcısıdır. türkiye'de sağ ve sol kavramlarının kendine has ve dünyadakinden farklı bir mânâ taşıması bir yana, bu sağ-sol dikotomisi yurdumuzdaki fikri ve siyasî yapıyı tasvir etmek için son derece yetersiz bir skala teşkil ediyor. üzerinize yapışmış bir sağcı yaftası ile bir de bakıyorsunuz ki hiç de benimsemediğiniz, kendinizden görmediğiniz, belki nefret ettiğiniz insanlarla aynı safta sayılıvermişsiniz. olmaz öyle şey. solcu değilsem sağcı olmak zorunda mıyım? belki de "demirel sağcıysa ben sağcı değilim" diye geçiyor içimden, nereden biliyorsunuz?
mizah malzemesi olabilmek bir sözün başına gelebilecek en fena hallerden biri olsa gerek. mizah keskin bir kılıç, ama hakikate sadakati titizlikle takip edilmediği zaman "geldi kafiye, gitti safiye" yaklaşımı ile haksızlık etmeye en elverişli bir faaliyet. yıkıcı bir yönünün olması hem gücü mizahın, hem zaafı. eleştiri konusunda bire bir, ama tenkid konusunda değil. eleştiri kelimesinin hemen her zaman olumsuz bir mânâ yükü ile kullanılmasına mukabil, tenkid nakd kökünden gelen ve kıymetini takdir etmek demeye gelen bir kelime. mizah icra ederek "yapmak", yıkmaktan çok daha zor. meydana getirdiğiniz kurmaca dünyanın doğruları kolayca hakikatin yerini alabiliyor. dahası insanlar bu kurmaca dünyanın verili değerlerini gerçek hayat için veri kabul edebiliyorlar. artık gel de anlat derdini.
bütün kabahati karşı tarafın inafsızlığında aramak da bir kaçış yolu. içine düştüğümüz halin bir sebebi de dilsizliğimiz. evet, yangından kurtarılacak çok şey varken, yangın yeri paniği içindeyken, sakin bir kafayla düşünmek, üretmek kolay değil. evet, hayatımız için savaşmak zorundayız. evet, aklımız, kalbimiz, vicdanımız çanakkale'ye defnedildi, kalanı sindirildi, terörize edildi. ama heyecanlanmak elimizi ayağımıza dolaştırmaktan başka bir işe yaramaz. gayret... ümit... üzülmeyelim, güzel şeyler de oluyor.
kimin kime ne dedirtebildiği önemli değil. siz dosdoğru olun, eller ne derse desin. zeytinyağına üste çıkıyor diye kızmalı mı? bu onun tabiatı. "solcu olmak adam olmaktır" diyebilmiş olanlar "solcular adam öldürüyor" diyebilir mi? hem solcular "adam öldürmüyordu" ki öyle desinler, ülkücüleri öldürüyorlardı, acımadan. acımızı kalbimize gömmeyi ve yarına bakmayı da bilirdik, yeter ki içinde beraber seyahat etmekte olduğumuz şu gemiyi tepişirken batırmaktan kurtaracak bir ortak paydada buluşabilmenin çaresini bulabileydik.
umurlarında mı?
(sirkencubin, 18.02.2003 00:54 ~ 00:57)


solcu demagogların böyle bir laf etmesine gerek kalmadı, onlar hep topu karşı sahaya attılar.

sol adına cinayet işleyenler, aynı zamanda devlet aleyhinde çalışıyorlardı. "sağ" ise temel bir değer olarak devlete sahip çıkma hissini taşıyordu. devlete, devletlûların tensip buyurdukları şekilde sahip çıkmak üzre onlarla işbirliğine gitmeyen "sağcı"lar da, en az solcular kadar mamak'ta, şurda burda "ezildiler", devlet devlet diye diye devletin sillesini yediler.

devlet için çalışmak, bu ülkede bıçak sırtı gibi keskin bir tanımlama oldu: hangi anda bir övgü, hangi anda bir suçlama konusu olacağını kestirmek güç oldu ve herkes işine geldiği gibi konuştu. devlet adına, devlet için hareket edenler, "yanlış" yapmış olabilirler. kim ne yaptı, kimin niyeti neydi, kimin eli ne kadar karaydı, kimin alnı ne kadar aktı, ortada dönüp dolaşan demagojilerden öte bir bilgim yok, hiç bir şahsı yargılayamam, yahut aklayamam. ama şundan şüphe etmiyorum: devlet için çalışmak sözünü bir suçlama olarak dillerine dolayanlar, kapkara bir sakız gibi çiğneyip duranlar, bilerek veya bilmeyerek devlete düşman olanlarla bir saf tuttular. ha, devlet, "devlet düşmanı" olanlardan veya öyle görünenlerden veya dönenlerden hiç birini istihdam etmedi mi? bilmiyorum efendiler, siz daha iyi bilirsiniz.

sizin tarih ne yazar bilemem, bizimkinde de sovyetlerin beşinci kol hücreleri türkiye'de bir kızıl devrim gerçekleştirmek amacıyla tedhiş faaliyetlerine başlayınca, milliyetçilerin savunma vaziyeti aldıkları ve ilgili dernekleri kurdukları yazıyor. ha, bu işi gladio mu tezgahlamış? olabilir, bilemem, belki. öyleyse eğer, hoş mudur? değildir. amma güzel yurdumda kızıl postal görmek kadar da nahoş değildir. türkiye'yi diğer bir afganistan haline getiremeyenler istedikleri kadar çatlayabilirler: amma eğri, amma doğru, ne yaptığını biliyor veya bilmiyor, sarhoş mudur, bîhoş mudur belli değil, yine de neticede türkiye'de bir devlet var, türkiye hâlâ türkiye cumhuriyeti.

takvime bakanlar, bir zahmet takvim yaprağını çevirip arkasını da okusunlar: aynı silahla sabah bir sağcının, akşamüstü bir solcunun öldürülmesi gibi provakasyonlardan, şartların olgunlaşmasından, daha önce her nasılsa bir türlü durdurulamayan "akan kan"ın bir gecede bıçak gibi kesilmesinden bahseden bir şeyler yazması lazım oralarda bir yerlerde.
(sirkencubin, 31.08.2003 15:42 ~ 15:46)


devleti koruma işinin devletin resmi görevlisi olmayan kişilerin üzerine düşmüş olması gerçekten de can sıkıcıdır ve ciddi sorunlar yaşandığı da ortadadır. üstelik olağanüstü şartlarda biraraya gelen insanlar arasından her türlü çürük yumurta da çıkmıştır, acıdır. işin doğrusu çarpışmanın bütün tarafları bu kavgada kurban durumundadır. bu işlerin hangi masalarda kotarıldığını, kimin ne kadar samimi olduğunu, kimin kim tarafından kullanıldığını bilmeye yetecek somut verilere sahip değilim, çok önemli de değil. önemli olan, refleks tepkileri provake eden, belirli çevrelerden insanların, dramı geniş bir çerçeveden değerlendirmek ve her tarafa hakkını teslim etmek yerine ilkel bir nalıncı keseri tavrında inat etmeleridir. konu uzundur, ama anlayana bu kadarı da yeter.
(sirkencubin, 06.12.2003 00:00)


bu arada "devletin" iki taraf arasında taraf tutmasının yadırganması da tuhaftır. devletin devlet karşıtı kişileri de destekleyerek herkese babalık yapması biraz saçma olurdu. yanlış olan "sorunun" çözülmesi için herkesin en fazla zarar edeceği, en çok fatura çıkaran yolun seçilmiş olması, kanı kanla yıkamaya çalışmak. "devlet onları koltukladı bizi ezdi" gibi bir gücenikliği anlamak zor, zaten şikayet edenlerin sıkıntısı devletle değil miydi? diğer yandan devlet eğer birilerini koltuklamışsa, bundan en çok zarar edenler de yine aynı gruplar olmuştur. üstelik bunlar da devlet bizi ezdi kırgınlığı içindedir. devlet eğer bir yandaşlık yaratmışsa, bunu "dost olmayan" kitle tetiklemiş ve körüklemiştir. insanlar durduk yerde silahlanmadılar. her iki taraf için de yüreğimizin kan ağlaması gerekir, ama insanlar hâlâ bir hıncı, kini sürdürmek istiyorlarsa, söylenecek pek bir şey yok, kendi düşen ağlamaz.

hadiselerin bugünü örneklemeye ne kadar uygun olduğundan şüpheliyim. demagoji nedir size söyleyim: ortalığı karıştıran bir kaç örneği ele alıp bütün bir değer yargıları cümlesi mensuplarını itham altında bırakan bir edebiyatı kusmaktır. olup bitenleri onları karalamak, ezmek, hakaret için kullanmak vicdanla bağdaşmaz. herkes hata yapar ve hata yapmanızı anlarım. ama kimse kendi yoğurduna bakmadan kestiği ahkamın kabullenilmesini de beklemesin. kim kimi ne kadar mağdur etti, kim ne kadar gaddardı, bunun muhasebesini herkes kendi vicdanında yapsın.

iktidarın bir grubu destekleyip diğerini ezmesi düşman yaratabilir. peki bugün ne oluyor dersiniz?
(sirkencubin, 06.12.2003 01:35 ~ 01:37)


anlaşılamamış bir sözdür bu.

bir kere hep şehlâ bir nazarla bakılır mevzua. "sağ" nedir? mhp'liler, dp ve takipçisi olan partilerle nerede ne kadar birleşir, ne zaman ne kadar ayrılır? bunların muhasebesi yapılmaksızın hadisenin sorumlularından bir grup bütün olup biteni kendilerinden başkalarına fatura etmekte inat eylemektedir. ayrıntıya inme lüzumu hissetmeksizin türkeş'in bir sözünü hatırlatıp geçmek istiyorum: "solun ihanete varan tavırları karşısında, sağla olan kavgamızı ertelemiş bulunuyoruz". cümleyi kelimesi kelimesine hatırlayamamış olabilirim, ama bu mealde bir söz. milliyetçiler merkez sağın güllük gülistanlık olduğunu savunmadılar, ama ortada soldan gelen ciddi bir tehdit vardı ve dikkatlerini özellikle ve öncelikli olarak o tarafa yönelttiler. diğer taraftan yiğidi öldürürken bile hakkını yememek gerektiğini düşünüyorum. hiç bir şey yapmamak isnadı yersiz, yol ve baraj yapmak bile bir şeydir. ha niye demiryolu yapmadılar da karayoluna abandılar? niye üretime yönelik rasyonel politikalar uygulamadılar? daha başarılı olamaz mıydılar? bunlar önemli sorular. diğer taraftan bugüne kadar sol ne yaptı? şahsi kanaatim bugüne kadar türkiye'de solun problem çıkarmak dışında yapabildiği şeyin koca bir hiç olduğu. ama bunları tartışmanın yeri bu başlık değil ve böyle bir şeyi tartışmayı da düşünmüyorum.

ortada bir algı sorunu olduğu kesin, ama acaba kim neyi ne kadar doğru algılıyor? elbette olup biten takım taraftarlığı türünden basit bir şey değildi, ki öyle olduğunu da söylemedim. zaman zaman insanlar takım seçerkenkilerden daha basit sebeplerle de bir tarafa katılmışlardır, ama olay bununla bitmiyor, çok karmaşık bir konu bu. solun olayları sağın tertiplediği bir komplo olarak takdim etmesinin özellikle kendi yandaşlarına yönelik bir dezenformasyon süreci olduğunu düşünüyorum. "aydın kırımı" bir kavram olarak basit bir şey değil elbette, ama hadise bundan çok daha komplike idi. kaldı ki sağdan da çok değerli bir çok insan hayatını kaybetti. gün sazak bu ülkeye hizmet etmekten başka ne yapmıştı? sağdan yahut soldan, çatışma yüzünden hayatını kaybeden bütün aydınlar bu ülkenin kaybıdır, her biriyle birlikte türkiye'ye de yazık olmuştur. bu süreci sağın kapısına bırakıp kaçmak iftiradan başka bir şey değildir. bu başlıkta kendimizi paralayarak anlatamadığımız da budur, sol kendi siciline bakmayıp her kötülüğü sağdan bilmektedir. sağ cephede yer alan bir takım psikopatlar bir takım yanlış işler yapmış olabilir ve bunları herkesten önce sağın kınaması lazımdır. ama neden sol kendi ayıplarını paspasın altına süpürürken sağ herkesin önünde eğilip özür dilemeli? yapılan her şey karşılıklı ve herkesin hakkı teslim edilmeli.

bahsi geçen kişiyi maalesef tanımadığım için kızılordu'da bir rütbesi olup olmadığını bilmem mümkün değil. ama aydın geçinen bir sürü insanın kgb'nin 5. kol görevlileri gibi davrandığı da gün gibi aşikar. bu insanların ne kadarı solun namusunu temsil ediyordu? bir çoğu sonradan geçmişlerini reddettiler belki, geçmişleri onları reddetti, döndüler. zaten eyyamcı idiler falan filan. ama borazanlık vazifesini iyi yaptılar ve insanların kulaklarında bir takım sloganların sonsuz bir git-gel ile yankılanıp durmasını sağladılar. kafanızın içindeki uğultuyu susturup biraz da başkalarını dinlemeye çalışın. belki bir kaç şeye başka bir açıdan da bakabilmeniz mümkün olur bir gün.

60 anayasasının getirdiği özgürlük ortamı dediğiniz şey, taşları bağlayıp köpekleri çözmekten başka bir şey olmadı. bir yandan halkın seçtiği hükümetlerin elini kolunu bağlayın. diğer yandan yargıyı her şeyin tepesine çıkarın ve belirli siyasi görüşten insanların eline teslim edin. üniversiteleri ideolojik merkezler haline getirin, sizin gibi düşünmeyenleri baskılamaya çalışın, gençleri gaza getirin, bilimin yerini propagandaya verin ama bilim lafını da ağzınızdan düşürmeyin... nasıl bir özgürlükmüş bu? stalin veya mao'dan ilham alan bir özgürlük anlayışı olmasın sakın? arkanızı sağlama aldığınızı düşünüp sizden olmayanları yok etme harekatına girişin. sonra silahlı tedhiş faaliyeti başlatın. size karşı direnenlerin olsun bütün kabahat. oldu canım...

işin can yakan noktası şu, gençlere, kavganın her iki tarafına da yazık oldu. gençleri silahlandırıp birbiri üzerine salmak gerçekten de affedilir bir şey değildi. ama bunu "iktidar sahipleri" dediğiniz insanların bir komplosu sanmayın. çok parmaklar vardı bu işin içinde ve sizin aydın dediğiniz insanlar arasında karışmış ve sayıları hiç de az olmayan hergeleler de yaptı bunu. hem de herkesten fazla... herkesten önce kargaşayı körükleyenler de bunlardı. kuru gürültü ile bu insanların suçlarını ört bas edemezsiniz, bari kabullenmeyin bunu, her yanlışı savunmak zorunda değilsiniz.

gençliğin böyle bir kavganın içine itilmesini onaylamadığımı yazıklarımdan anlamıyorsanız zaten bir şey söylemenin anlamı yok, dilimde tüy bitti... kimsenin katliamı onayladığı yok. bırakın artık inadı. katliam tek taraflı değildi, ama siz bırakın onaylayıp onaylamamayı, taraflardan birinin bütün yaptıklarını yok sayıyorsunuz. "bana solcular adam öldürüyor dedirtemezsiniz" diyorsunuz, farkında değilsiniz. şu kızıl postal meselesini de hafife almayın. kavganın acılarını bahane ederek bir türlü gelememiş kızıl postallı sevgililerine ağıt yakarak uluyanları aranızdan def edin ki sesleriniz karışmasın bu habislerle.

ayrıca demagojiyle peynir gemisi yürümez. gençleri sahaya sürmek yanlıştı dedik, ordu göreve diyenleri niye destekleyelim? üstelik ordunun göreve çağrılma gerekçelerini de benimsemiyoruz, gerekçe ne olursa olsun ordunun böyle işlere karışmasını da benimsemiyoruz. ha, ordunun işe karışması ile gençlerin bu işe karıştırılmaları da farklı şeylerdir, ikisinin de yanlış olması bir yana, karşılaştırılmaları da hatalıdır, bunu da ekleyelim. bir de şunu ekleyelim, biz sol denen şeyin yekpare bir kitle olmadığının ve aralarında begayet fikir namusu sahibi insanların bile bulunduğunun farkındayız, ama madem demirel'in sözleri bile "sizdendir" diye bize mâlediliyor, biz de pekâlâ bir gün antimilitarist kesilip ertesi gün orduyu göreve çağıran omurgasızların nedense hep solcular olduğunu söyleyebiliriz. alın da başınıza çalın namusunuzu.

daha söylenecek çok şey var belki, ama uzatma lüzumu görmüyorum. bu başlık altında kendime ayırdığım yer doldu, geri kalan kısmı istediğiniz gibi doldurabilirsiniz. atış serbest...

not: şu laiklik ve demokrasi konuları da çok ilginç, fırsat olursa bir gün başka bir başlıkta bu konulara da girmeyi ümit ediyorum, ya nasip...

edit: gelecek program: (bkz: yollar yürümekle aşınmaz)
(sirkencubin, 07.12.2003 16:34 ~ 08.12.2003 09:24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder