30 Aralık 2012 Pazar

kur'an-ı kerim / ekşi


canlı tasvirlere yer veren bir kitap. zaman zaman tekrarlanan bir sahne var, insanı derin düşüncelere salıyor. biraz serbest bir üslupla şöyle aktarılabilir: 

bir grup acıların çocuğu bedbaht ile birlikte zincire vurulmuş gidiyorsunuz. bulunduğunuz yer dehşetengiz bir yer (mordor'u öper başınıza koyardınız), bir kısım bekçiler (uruk-haileri öper başınıza koyardınız) hem canınızı yakıyorlar, hem ite kaka sizi bir yanardağın (orodruin'i öper başınıza koyardınız) kraterine doğru sürüklüyorlar. hakkınızda hüküm verilmiş, tekmeyi basacaklar ve ebediyen ölmemek üzere dibi boylayacaksınız (mustafar sisteminde kolu bacağı doğranık közleme olan anakin'in yerinde olmayı tercih ederdiniz). yalvar yakar bekçilere ben ettim sen etme emmi diyorsunuz, nafile. bekçilerden biri soruyor, kitap gelmedi mi size? geldi diyorsunuz, ama biz kafa bulduk diye ekliyorsunuz. sizi geri göndersinler diye yalvarıyorsunuz, kabul edilmiyor. geri gönderin, bi daa yapmıycaz diyorsunuz, cevap veren bile yok... bütün kalbinizle geri dönmeyi ve bu sefer farklı davranmayı istiyorsunuz. zilyon tane bill gates'i cebinizden çıkaracak servetiniz olsa, galaksi dolusu hazineleriniz olsa hepsini bir anda vermeye razısınız, tek geri ışınlasınlar sizi, tekrar orada olasınız, kitabı bu sefer ciddi ciddi okusanız... pişmanlığınızın haddi hesabı yok, ama olmuyor geri göndermiyorlar... 

açın gözünüzü, kabus geçti. oradasınız şimdi, hâlâ zamanınız var... 

(sirkencubin, 29.11.2007 14:31) 


kitab, peygamber veya islam diniyle ilgili herhangi bir bahiste hakaret konusu gündeme geldiği zaman, bir kısım komikleri bırakın, hiç beklemediğiniz insanlardan bile tuhaf tepkiler alabiliyorsunuz. bunu yazmaya gerek olmamamalıydı, bu kadar okuyan, düşünen insanın olduğu bir yerde, ama madem ihtiyaç hasıl olmuş, tane tane yazalım efendiler. 

kitaba, peygambere inanmıyorsanız, saygı duymuyorsanız, saçma buluyorsanız; bu sizin probleminiz, öldüğünüzde allahla aranızda halledersiniz. bunları tek başlarına hakaret kapsamında değerlendirmiyoruz. saygı duymak derken, sizin konuya karşı içsel tutumunuzdan bahsediyoruz, ne hissettiğiniz, ne düşündüğünüz, vicdani kanaatiniz... 

kitaba, peygambere inanmıyor, saygı duymuyor, saçma buluyorsanız ve bununla yetinmeyip kanaatinizi izhar ediyor, fikrinizi beyan ediyorsanız, yani bu konudaki duygu ve düşüncelerinizi başkalarına da açıklıyorsanız; bu da sizin probleminiz. insanlar doğaları gereği yanılabilirler, hatalı beyanda bulunabilirler, konu hâlâ allahla aranızda. 

fikir beyan etmekle yetinmiyor ve bunu pespaye bir tarzda, aşağılayıcı mahiyette, hakaretamiz bir üslupla yapıyorsanız, bu noktada konu allahla aranızdaki bir konu olmaktan çıkıyor, kullar da işin içine giriyor. konunun günah boyutu, yine allahla aranızda, yevmü'l-fasl geldiğinde rabbinizin huzuruna daha büyük, okkalı günahlarla çıkmak istiyorsanız, bu da yine sizin probleminiz. ancak üslubunuzun düşüklüğü sebebiyle aynı zamanda inananları rencide etmiş oluyorsunuz. bir şeye inanmadığını ifade etmek başka, alay etmek çok başka şeyler. bir insanın babasına, anasına sövdüğünüzde neden sinirleniyorsa ve bu yaptığınızı ifade özgürlüğü ile haklı çıkaramıyorsanız, neden insanlar, birileri nazım hikmet'e, deniz gezmiş'e, atatürk'e veya insanların cidden değer verdiği birilerine, hayatı kadar, belki daha fazla önemsediği kavramlara karşı benzer bir tutum içine girdiği zaman tepki veriyorlarsa ve neden bu tepki yasalarla destekleniyorsa, o sebepten dolayı insanların kutsal saydıkları şeylerden bahsederken dikkatli bir üslup kullanmak zorundasınız. saygı duyun duymayın, kimsenin derdi değil, kimse kimsenin bekçisi değil. ama saygısızlık edemezsiniz. saygı duymamakla saygısız davranmak arasındaki farkı açıklamak gerekiyor mu hâlâ, bilemiyorum. 

insanlar arasında ortak kabul görebilen, evrensel olabilecek tek şey mantık. o da saltlığı yüzünden aslında tam bir sorun çözücü değil, öncüllerinizle çıkarımlarınız arasındaki tutarlılığı, yargılarınızın kurguladığınız kategorizasyona uygunluğunu denetleyebiliyor ancak, öncüllerin doğruluk değerine bağımlı olduğu için evrensel ortak zemin oluşturma konusunda yetersiz. kimilerinin anlamadığı konu şu: inançsız insan olmaz, bilgi inancın bir türevidir. bir şey bilebilmek için önce bir şeylere inanmanız gerekiyor. ispatlarınızı sonsuza kadar sürdüremediğiniz için bir yerden başlamanız, yani bir şeyleri ispatsız olarak doğru kabul etmeniz gerekiyor. sonuçta bir şey bilmek, bir fikir sahibi olmak için ilk adım bir şeylere inanmak. bu da hangi sistem olursa olsun evrensel kabul görme ihtimalini ortadan kaldırıyor. farklı sistemlerin çeliştiği noktalar olması kaçınılmaz. çelişkiler çatışmaya döndüğünde, ortak teorik zemin oluşturamasanız bile, ya tolerans ve iletişim yoluyla en hasarsız ortak uygulama yolunu arayacaksınız ya da sorunu kuvvet kullanarak çözeceksiniz, bunların dışında bir ihtimal yok. ifade özgürlüğünün ardına saklanıp hakaret özgürlüğü diye bir saçmalığı savunmaya kalkarsanız, kafa kırma özgürlüğü de gündeme gelir. buradaki sorunumuz bu. 

(sirkencubin, 05.12.2007 08:55) 

kur'an-ı kerim hakkında nasıl bir saygı beklendiğini anlamayanlar için şöyle bir özet de geçilebilir: 

daha önce de söylediğim gibi, 2+2=5 diyor olabilirsin, evet, bana ne, bu senin problemin. "ahahaha 2+2=4 diye yırtınıyo salaklar, siz bu kadarsınız olm, kafanız basmaz sizin, sizin matematik hocası da dengesiz biraz, kitabınız öklit zamanından kalma, makara kukara bıdı bıdı bik bik bik en büyünk ancdar anink..." moduna girersen bu benim problemim halini alır. canın muz çekiyosa insan gibi ye muzunu, maymunluk etme. 

(sirkencubin, 05.12.2007 09:18) 

kur'an okuyanlar bilir, kitapta peygambere zaman zaman "senin görevin bildirmek, inanmazlarsa onların bekçisi değilsin" mealinde hitapta bulunulur. aynı şey peygambere inananlar için de geçerli. kimseyi doğru yola sokmak gibi bir sıkıntımız yok, "ilgini çekiyorsa, aha yol budur" diyoruz, artık yoldan mı gidersin, dağlara taşlara mı vurursun, bana ne, bi lafı da doğru tarafından anlayın artık be... 

(sirkencubin, 05.12.2007 09:23) 


kur'an-ı kerim nasıl okunmalı? sanırım bu "nereden" okuduğunuzdan çok, nasıl okuduğunuzla ilgili. bir kere meal okunmamalı görüşünü saçma buluyorum, türkçe meal okumak bir türk'ü "sapıklığa" düşürecekse, anlayışı meal seviyesinin ötesinde olmayan bir arap da, metni okuduğu zaman aynı duruma düşecek demektir. muhkem ve müteşabih kavramları arasındaki farkı algılayabiliyorsanız, her gördüğünüze bir hüküm, bir tefsir yakıştırmakta aceleci davranmıyorsanız, kafanızdaki bir çerçeveye oturtmak için zorlayıp sağa sola çekmiyorsanız, özetle anlamamış olabileceğinizi, murad-ı ilahi'nin aklınıza gelen husus olmayabileceğini göz önünde tutuyorsanız problem olmaz. bunun dışında meal ve tefsirlerin karşılaştırılarak okunması iyi olur. hatta mümkünse mealle orijinal metni karşılaştırarak okumak yerinde olur. konular tekrarlandığı için, belirli kelimeler sık geçtiği için, arapça bilmeseniz bile, bir süre sonra metni görünce nelerden bahsettiğini kestirebiliyorsunuz. elinizdeki mealin hangi kelimeyi hangi kavramın karşılığı olarak kullandığını görmenizde yarar var. basit bir kella kelimesi bile, üç ayrı mealde, üç farklı şekilde karşılanabiliyor, daha "terim" havasındaki kelimeler için asıl metinde geçen kelimeleri izleyerek okumak faydalı olur. bunun dışında ek okumaların sınırı yok, tefsir olmasa da kur'an hakkında yapılan etüdler, hadis, fıkıh... ilh. meseleyi bir bakış açısı haline getirdiğiniz zaman, astronomi, sosyoloji, tarih okumalarınızı bile "kur'an okuma" çerçevesi içinde ele alabilirsiniz. 

(sirkencubin, 05.12.2007 11:51) 


bizim bakkalın çırağına sordum, lan olm, kuran okurken ne ağlıyon, güç mü buluyon dedim. yok abi dedi, başkasını bilmem ama ben merhamet, muhabbet buluyom, ondan ağlıyom dedi. güç bazen coşturuyor, bazen öfkelendiriyormuş keratayı, ama ağlatmıyomuş. bak sen cahala, madem bilmiyon neden ağladığını, abine neden sormuyon? 

insanların okurken neden ağladıklarını öğrenmek için, sözlük okuması gereken kitapmış şu halde. 

(sirkencubin, 14.12.2007 09:04) 


kendine islami bir hayat tarzı kurma gayretinde olan birçok insanın okuyup anlama konusunda yetersiz kaldığı kitaptır. bu insanlar ayrıca öklit geometrisi konusunda da yetersiz, önlerinde kıbleye göre yapılmış bir duvar bulamadıklarında paralel doğrular halinde saf tutmayı beceremiyorlar, cuma vakti insanı sinir ediyorlar, konumuz bununla ilgili değil, ama belki de biraz da ilgili, misal trafiğe çıktıklarında paralel doğrular arasında kalan şeritleri doğru dürüst takip etmeyi de beceremiyorlar. yalnız isviçreli bilim adamlarına sorduk, öğrendik, meğerse şerit disiplini kavramına kafası basmayanlar sadece islami hayat tarzı kurma gayretinde olanlar değilmiş, toplumun her kesiminden insanlar yiyormuş bu haltı. burdan alengirli bir mantık yürüterek şu sonuca varabiliriz: trafikte manyak gibi araya girmeye çalışan dallamalar, mescide gelseydi, tutup tam da secde edeceğim yere oturmaya kalkabilirlerdi. demek ki neymiş? eğitim şart. 

asıl sorun şu, benim kafası karışık vatandaşlarım, memleketimizin geri ve fakir olmasının, ibadet vecdi ile gözyaşı dökmekle hiçbir ilgisi yok. keşke geri ve fakir din kardeşlerim, vecd ve gözyaşı denklemine, anlama, tefekkür etme ibadetini de ekleyebilseler. geri ve fakir oldukları için bunu yapamıyorlar. ama ibadet vecdi ile gözyaşı döktükleri için geri ve fakir değiller. zaten geri ve fakir olanlar, müslümanlardan ibaret değil, memleketin her kesiminde bir olmamışlık mevcut. müslümanı da böyle, başka dinden olanı da böyle, dinsizi de böyle. cahili de böyle, aydını da böyle. konsolosu da böyle, manavı da böyle, piyanisti de böyle. ne yaparsak yüzümüze gözümüze bulaştırıyoruz, camide saf tutmaya kalktığımızda da, trafiğe girdiğimizde de, hangi fikri benimsersek benimseyelim, vatan kurtarmaya kalktığımızda da. 

gazeteyi anlamamak, merhamete, muhabbete aç, siniri burnunda olmakla ilgili değil, okuduğunu anlayabilmek için yetersiz donanım durumunda olmakla ilgili. donanımsız oldukları için, gazete okusalar da anlamıyorlar, bilim felsefesi okusalar da anlamıyorlar (bundan emin değilim bak, belki bu anlayışsızlığın sebepleri başkadır), kur'an okusalar da anlamıyorlar. diğer taraftan psikolojik hava ve yol şartlarının elverişsizliğinin, kur'an'ı anlamamakla bir ilgisi yok. aksine, en bunalmış, en kaygılı, en dibe vurmuş zamanlarınızda, bu sabah gitsem kendimi denize atsam hallerinizde, bu gece uyusam da uyanmasam günlerinizde, iki sayfayı tertîl üzre, tefekkür ederek tilavet ettiğinizde, tazeleniyorsunuz, hayata bağlanıyorsunuz, şevk ve ümitle doluyorsunuz, zihniniz dinleniyor, kalbiniz ferahlıyor. kur'an'ı anlamamanın muhtemel sebepleri, anlama gayreti içinde olmamak, anlamak gerekliliği şuuruna sahip bulunmamak, yorgunluk, ihmalkarlık olabilir, anksiyete veya depresyon değil. 

islamcısı, ateisti vesairesi bir araya gelip bir refah toplumu meydana getirmek ülküsü, can ü gönülden paylaştığım bir ülkü. ancak memleketin maddi imarı, manevi imarı ile at başı gitmesi gereken bir mücadele alanı. ne biri ne diğeri ihmale gelir. birbirimizi sevip saymaktaki eksikliğimizin sebeplerindan biri meseleleri maddiyata indirgemek, bir başkası hep faturayı başkalarına kesmek, sağcısı da yapıyor bu sonuncuyu, solcusu da, dindarı da, dinsizi de. 

kamplaşmaya yol açan islami hayat tarzı değil efendim, bu kadar basit bir konu değil bu. çözülen bir medeniyet, kendi içinde inkıraza girdiği bir devrede, başka bir medeniyetin savleti ile karşılaşıyor, bu kimlik bilincimizde giderek dallanan bir çatlamaya yol açıyor. bu konudaki ayrıntılı tahlilleri sosyal bilimcilere bırakarak, şu kadarını söyleyeyim: bu taraftan bakınca da kamplaşmanın sebebi islami hayat tarzının haksız şekilde baskılanması çabaları. 

islami kesim çok yanlış işler yapıyor, islami olmayan kesim de çok yanlış işler yapıyor. gözümüzdeki çöpleri bize haber verdiğiniz için teşekkür ederiz, belki gerçekten aralarında sorgulamadıklarımız, fark etmediklerimiz de olabilir. dilerim bir gün gözünüzdeki mertekleri de görebilirsiniz. 

dünyadaki tanımadan yargılamayı adet edinmiş insanlar, artılarımızdan çok eksilerimizi görüyorsa, bunda hata biraz da bizim elbette, hakkınız var, daha az eksikli olmalı, kitabla muhatab bir topluluk olmanın hakkını verebilmeliydik. bu konuda siz de üzerinize düşeni yapın ama, gerçek sorunlarımızla uğraşabilecek zaman bulmak konusunda bizi sıkıntıya sokmayın. başörtümüzle uğraşmayın, seçimlerimizin önüne darbe tehdidiyle çıkmaya kalkmayın, topluma hizmet edebileceğimiz alanlarda önümüzü tıkamayın, bürokrasinin yüksek kademelerine çöreklenen, içeriyi hortumlayan, dışarıya hortumlatan, iktidarlarını sürdürmek için sürekli rejim paranoyası üreten sınıfa destek olmayın, yapıcı olun, üretmeye çalışan insanları renkli sermaye olarak görmekten vazgeçin, toplumsal barışı tehdit eden, sıkışınca barış edebiyatına sarılan zümreleri müdafaa etmekten vazgeçin, ibadet vecdi ile ilgili basit bir konuyu mecraından saptırıp çalışma zamanımı çalmayın, şu dakikada bana ayak bağı olan sizsiniz efendim. 

(sirkencubin, 14.12.2007 14:08) 


hadisleri kaale almayan ve kur'ân-ı kerîm'i "tek" kaynak olarak görenler hz. peygamber'i de bir tür postacı olarak görüyorlar zannederim ve usvetün hasene kavramını nasıl açıklarlar, merak ederim. 

(sirkencubin, 24.12.2007 15:48) 

(sirkencubin 25/10/2011 11:06)
kur'an türkiye'de, indonezya'da, papua yeni gine'de, hatta icab ederse mars'ta bile, arapça okunur, çünki -dudaklarımı okuyun- k u r ' a n , a r a p ç a d ı r. 'kur'an okumak', 'kıraat etmek', 'tilavet etmek' dediğimiz fiil, ilâhî kelâmın efendimiz'e nâzil olduğu orijinal şekliyle okunması demektir. bunun anlamak ve öğrenmek gibi maksatlarla okumak işinden farklı bir tarafı vardır, ister anlayın ister anlamayın, mukaddes kelamı tilavet etmek başlıbaşına bir ibadettir. ha, ne anlatıyor, bunu öğrenmek gerekmiyor mu? elbette gerekiyor. tefsir, hadis, akaid, fıkıh gibi alanlarda pek çok türkçe eser var, çok sayıda basılıyor, satılıyor. ramazan ayında yolunuz düşerse kitap fuarlarına bir uğrayın, bu dini anlatan türkçe kitaplara ilgi ne seviyede bir görün. camiye gelince, hoca efendilerin kürsüden verdikleri vaazlar ve açıklama kısımları türkçe okunan hutbeler de, tilavet edilen bu kur'an'ın açıklanması ve türkçe olarak halka anlatılması mahiyetindedir. hiç bir hoca efendi (en azından çoğu) kürsüye çıkıp işkembeden konuşmaz. önce konu ile ilgili ayetleri ve hadisleri okur, meallerini bildirir, sonra da konunun anlatılmasına geçer. hiç gidip dinlemediyseniz bilemezsiniz tabii, ama bu millet dinini kendi dilinde öğrenmektedir. hemen parantez içinde şunu söylemek gerekir ki, esasında bu topraklarda türkçe olarak kaleme alınan ilk eserler arasında din üzerine olanların önemli bir yeri vardır. oğuzca'nın henüz bir yazı dili olarak gelişmediği ve anadolu'da yazılan her kitabın arapça veya farsça yazıldığı günlerde -neredeyse bin yıl önce- insanlar yavaş yavaş türkçe kitaplar yazmaya başladılar. halk anlasın diye türkçe yazılan kitaplar arasında da sağlıkla ve dinle ilgili olanlar başı çekiyordu. çünki sizin dedenizin dedesinin bilmem kaçıncı ceddi doğmadan önce insanlar, bu dinin anlatılabilmesi ve anlaşılması için iletişimin ana dilde olması gerektiğinin farkında idiler. 

arapça'dan başka bir dilde "kur'an okumak" tanım gereği mümkün değildir. ona kur'an okumak denmez, meal okumak denir. o da güzel bir şeydir, ama tilavet etmekten ayrı bir şeydir. cevabı belli olan sorularla ortalığı karıştırmak eğer can sıkıntısından kaynaklanan bir hareketse, insanlara daha yapıcı olmalarını öneririm, meselâ sahile inip kumdan kale yapabilirler. 
(sirkencubin, 24.09.2003 11:17 ~ 11:24) 


bir bakalım bu konuda neler söylenmiş? 

1. insanlar sürekli anlamını bilmedikleri şeyler mırıldanıyormuş. 

öyle bir tablo çiziliyor ki, büyük bir kalabalık sanki anlamsız bir takım tekerlemeler mırıldanıyor ve buna din diyor, böyle yapmakla kalmayıp dini başka bir şekilde öğrenmek için hiç bir gayret göstermiyor. 

bir kere 'anlamını bilmek' meselesi çetrefilli bir mesele. okunan metinde geçen cümlelerin türkçe karşılıklarını bilmemekle, metnin anlamını bilmemek tam olarak aynı şey değil. tercüme edilebilir bir muhtevası olmayan bir çok şey insanlara bir anlam ifade edebilir. bir müzik parçası, bir resim, sevilen bir kişiden kalan bir hatıra kişiler için çok anlamlı olabilir, onlar bu anlamı kelimelere dökemeseler bile. bu bir fizik kitabını "anlamadan" ezberlemekten çok farklı. sevdiğinizden aldığınız mektubu, size bir şeyler ifade ettiği için tekrar tekrar göz yaşları içinde okuyabilirsiniz. mektubu ezberlemiş olsanız ve ondan öğreneceğiniz bir şey kalmasa; hatta öğrenebilecek bir şey zaten hiç olmasa, mesela sevdiğiniz mektubunda havadan sudan şeylerden bahsetmiş olsa bile, ne ihtiva ettiğinden tamamen bağımsız olarak, sadece bu yazının "ondan size" gelen bir şey olması dolayısıyla sizin için çok anlamlı olması mümkündür. farzedin ki bu bir mektup olmasın da, bir mendil olsun, saç tokası olsun, kapı tokmağı olsun, ne fark eder? anlam denen şeyi biraz da buralarda aramak gerekir. 

diğer bir husus, türkiye'de gerçekten kaçta kaç kişinin kıraat edilenden "hiçbir şey" anlamadığının ortaya konmasıdır. burada anlamak derken az evvel söylediğimiz şekliyle metnin "bir anlam ifade etmesinden" değil, tartışıldığı şekliyle cümlelerin türkçe karşılıklarından haberdar olmayı kastediyoruz. yurdumuzda insanları endişeye sevk edecek sayıda imam-hatip liseleri ve ilahiyat fakülteleri bulunduğu ve buralardan mezun olan kişilerin az çok arapça bildikleri, arap dili ve edebiyatı gibi bölümlerden mezun insanların bulunduğu, sosyal bilim çalışmacısı olmaktan dolayı veya merak saikıyle arapça öğrenen kişiler bulunabileceği gibi hususları bir tarafa bırakalım. gerçekten de türkçe'den başka bir bilmeyen insanlar bu ayetlerin anlamlarını hayatları boyunca hiç işitmeden mi yaşayıp gidiyorlar? eğer öyleyse, bu türkiye'de din öğretiminde ciddi problemler olduğunu gösterir ve bu problemlerin kaynağı tilavetin arapça olması değildir. din eğitimi ile tilaveti fonksiyon bakımından karıştırmamak lazım. dediğimiz gibi, tilavet başlıbaşına bir ibadet ve din öğretimi gibi bir amaç içermesi gerekmiyor. kur'anın anlaşılması konusu tefsir ilmi ile ilgilidir. klasik medrese eğitiminde tefsir ilmi en yüksek dereceli ilim sayılmış ve diğer bütün ilimler onu öğrenmek için birer araç gibi değerlendirilmiştir. tamamı müderrislerden -profesörlerden- oluşan bir ütopik toplum düşlemiyorsanız, insanların konuyla ilgili bilgi ve kavrayışlarının da farklı derecelerde olacağını muhtemelen kabul edersiniz. toplum ortalamasına yönelik din bilgilerinin derlendiği kitaplara ilmihal deniyor. allame olmak gibi bir kastı olmayan herhangi bir vatandaş temel din bilgilerini bu kitaplardan öğrenebilir. camilerde verilen vaaz ve dersler de (bu arada her hoca efendinin şirinevler barbaros camiindeki tokatlı hoca gibi ders vermesini maalesef bekleyemiyoruz. öyle hoca efendiler var ki vaaz edeceklerine tilavet etmeleri tercih edilir, zira -insanlar anlasın anlamasın- ağızlarından çıkanların bir mânâsı olur. bu da din eğiticilerinin eğitimi ile ilgili) yine toplum ortalaması hedef alınan eğitim faaliyetleridir. ilmihal-vaaz seviyesi ile tefsir alimi olma seviyesi arasında nereye erişebileceği kişinin ferdi gayreti ve merakı ile alâkalı bir husustur. ancak insanlar en düşük seviyede bir din eğitimi bile almıyorlarsa bunu başka yerlerde aramak gerekir, tilavetin arapça olmasında değil. arapça tilavet usulü tamamen terk edilip sadece meal okunsaydı bile bu insanlar yine de bir şey bilmemeye devam edeceklerdi. 

2. mırıldandıkları bu şeyler "yalnız" beyin tembelliği ve konfor açısından işe yarıyormuş. 

yok mu hiç beyin tembelliği? olmaz mı? başkaları kadar müslümanları da ilgilendiriyor bu türkiye'nin beyin tembelliği meselesi. mesela güzel yurdumda tilavet dinlemekle mevlid dinlemek arasındaki farkı idrak edemeyen bir sürü insan var. mevlid okumak peygamber efendimizin hayatını öğrenmek ve hatırlamak amacına yönelik bir iş. eğer dinlediğinizi anlamıyorsanız, bir esprisi yok. süleyman çelebi'nin manzumesi okunurken orada bulunup hayal kurmak size bir şey kazandırmaz. dinle ilgili hiç bir şeyi merak etmeyip, okumak, öğrenmek gibi işlere yanaşmayıp, hiç bir ibadet çabası göstermeyip sadece senede bir iki gün aşure pişirip, helva karıp, lokma dağıtıp, mevlid okutarak cennete gitmeyi düşünmek safça bir hal. allah milletime akıl fikir ihsan eylesin, hidayet eylesin, saflıklarını bağışlasın. bu hususlardan müslümanların okur yazar taifesi de şikayetçi. ama tilavette amaç öğrenmek olmayınca beyin tembelliği ve konformizm konusu da bu hususla alakasız kalıyor. muhakak her ibadetin insanlara bir şeyler kazandırması beklenir. ama bu kazancın neye benzeyeceği de ferdi bir konu. bir yandan tilavet ederken, diğer yandan açıp bir tefsire göz atan, kelimeleri telaffuz etmekle yetinmeyip ilahî hitabı anlamaya çalışan, öğrendiklerinini hayatını düzenlemek açsından değerlendiren bir kişinin durumu, okuyup geçenden elbette farklı. ama bu da sadece bu kelimeleri telaffuz etmenin de bir ibadet olduğu gerçeğini değiştirmiyor. 

3. mırıldandıkları şeyleri "ateşler içinde" savunuyorlarmış. 

sahi savunuyorlar mı? bu kadar beyin tembelliği bir şeyi ateşli bir şekilde savunmaya da mani. en fazla çok konuşursanız sizi döverek bir şeyleri savunur belki insanlar, ama savunanları da dinlemiyor çoğu kişi. bu biraz da etki tepki meselesi, karşınızdakiler -mazeret değil belki ama- dininizle ilgili bir şey bilmeden, araştırmadan, okumadan oradan buradan işittikleri, kulaktan dolma klişe sözlerle sizi "eleştirdiği" zaman, sizi daha kaliteli bir savunma yapmak konusunda da fazla motive etmiş olmuyorlar. kör dövüşü yani. al birini vur ötekine yani. maalesef öyle. 

4. bu şeyler, insanların "ömürlerini dayadıkları kendinden kaynaklı asılsız inançlarını" tasdik eder görünüyormuş. 

kendinden kaynaklı ne demektir, asılsız inançlar nelerdir; ayrıca bu dinin kaynakları nelerdir, temel inançları nelerdir, halk neye inanıyor, niye inanıyor bunlar uzun konular. meseleyle alâkalı tarafları, tilavetin arapça olması bahsine değil, türkiye'de din eğitiminin durumu meselesine giriyor olmaları. 

5. bu şeyler kutsala sığınmak ihtiyacını karşılıyormuş. 

kutsala sığınmak, allah'a sığınmaksa karşılasın zaten. o'na, o'nun sözlerinden daha güzel ne ile sığınabilirsiniz? 

6. mırıldanan şeylerin kutsal kelam ile alakası sorgulanabilirmiş. 

kur'an mânâsıyla da, lafzıyla da allah kelamıdır. kelimeler önemli değil, anlamları önemli diyorsanız yanılıyorsunuz. bunda şaşıracak bir şey yok. zaten mânâları önemli değil diyen de yok. 

7. kelamın kutsallığının nereden geldiği sorgulanmalıymış. 

allah'ın peygamberine bu kelimeleri vahyetmesi ve peygamberin ümmetine bu kelimeleri tebliğ etmesi yeterli değil mi? 

8. dinin insanda nasıl bir değişimi hedeflediği sorgulanmalıymış. 

sorgulanmalıdır da, ama bu da yine tilavetle değil, din eğitimiyle ilgili bir bahis olur. 

9. insanın inandığı dini etraflıca bilmesi, en azından fikir sahibi olması gerekirmiş. 

doğru söze ne hacet? lakin insanların arapça tilavet etmeleri ve dinlemeleri dinlerini etraflıca bilip bilmedikleri, yahut fikir sahibi olup olmadıkları konusunda bir şey bildirmez. o başka bu başka şey. 

10. din adamları, anlaşılmayan şeylerin tasdik edilmesini hoş görmekteymiş. 

hangi din adamıymış o? bence de bu kerameti kendinden menkul bir iddia. lakin tasdik meselesini hafifçe aralamak gerekirse, ister kızın, ister bozulun, bir şeyi tasdik etmek için bırak anlamayı, bilmek bile gerekmiyor. islam teslim olmak demektir. "amentü billahi" derken allah'ı anlayabilmiş olmak gerekmiyor, anlayamıyorsunuz zaten. "ve melaiketihi ve kütübihi" derken, hangi meleklerin buna dahil olduğunu, kaç kitabın söz konusu olduğunu ve içlerinde ne yazdığını bilmeniz gerekmiyor. bilmiyorsunuz zaten. "ve rasulihi" derken, "walla şu şu rasuller tamam da, buna inanmıyorum" demek gibi bir şansınız yok. tasdik parçalanamaz bir eylem, allah'ın peygamberine vahyettiği ve onun ümmetine tebliğ ettiğini toptan ve bir seferde tasdik ediyorsunuz. bu tasdikin öncesinde veya sonrasında ayrıntıların incelenmesi ayrı bir husus. ama bir parçasını reddetmek hepsini reddetmek anlamına geliyor. şüphe etmek de reddetmek anlamına geliyor. "hepsi tamam, ama şunu anlamadım, buna aklım yatmadı, orası şimdilik kalsın" diyemiyorsunuz, peygamber'e güveniyorsanız ona "sen her ne söyledi isen inanıyor, kabul ve tasdik ediyorum" diyorsunuz. hz. ebu bekir'in sıddîk lakabını nasıl aldığını hatırlayın. 

11. bu "kitlesel ayinleri" söz konusu din adamları teşvik etmekteymiş. 

buna bir mânâ vermek güç. din adamlarının ibadeti teşvik etmelerinde ne tuhaflık olabilir ki? ruhban sınıfına benzer şekilde bir din adamları zümresinin bulunduğunu ve bunların kasıtlı şekilde din eğitimini baltalayıp, insanları eğitici yönü olmayan faaliyetlere kanalize ettikleri gibi hayalî bir kurguyu doğru kabul etsek bile bundan kimin ne menfaati olabilir? 

12. bu ayinlerin birilerine zararı dokunuyormuş ve bu zararın önce kime dokunduğu irdelenmeliymiş. 

bu zarar neymiş, kime ne kadar dokunuyormuş bunun bir dökümü yapılmadan üzerinde konuşmak zor. eğer bir takım müphem tasavvurlar, avrupa tarihindeki din mücadeleleri ile kıyas ediliyorsa ve avrupa'da yürütülen mücadelenin bugün batı'yı olumlu bir noktaya taşıdığı kabul ediliyorsa, her şeyin üzerine bir de batı'yı tartışmak gerekecektir. batı'nın ahalisi sermayedar-politikacı-bürokrat çeteleri tarafından değil de, ruhban-aristokrat çeteleri tarafından sömürülürken daha mı mutsuzdu, bundan pek emin değilim. 

13. kutsal kitap ağıt okunur gibi okunmaktaymış. 

öyle bile olsa bu okuyanların meselesi. dönüp dolaşıp kimin neyi niye okuduğu konusunda düğümleniyoruz. benzer şeyler mehmed akif gibi islamcı kalemlerin de zikrettiği düşünceler. ilahî hitabı anlamak ve hayata geçirmek gibi bir çabamız yoksa bu hayıflanacak bir şey. eğer öyleyse bunun kaynaklarını, sebeplerini ortaya çıkarmak da şart, ama bu sebepler arasında tilavet bahsi olmasa gerek. 

14. insanlar ağıt gibi okunan bu kitabı gözleri yaşlı vaziyette dinlemekteymiş. 

bir şeyi gözü yaşlı şekilde dinlemek için ağıt gibi okunması da şart değil. gözü yaşlı olanların kaçının niye gözlerinin yaşardığını düşünmek gerek. insan sevgisinden dolayı da ağlayabilir. 

15. okunanı ağıt dinler gibi gözü yaşlı vaziyette dinleyen insan kalabalığı içinden ne kadarının "kuranın öngördüğü insan prototipine" uygun olduğu sorgulanabilirmiş. 

en azından bu gözü yaşlı insanların ruh hali, hayatlarını önlerindeki modele göre yeniden düzenlemek konusunda motivasyon sağlayıcı bir hal. hedeften ne kadar uzakta olduğunuz bir yana, "yolda" olmayı arzulamak bile bir şey. ama bu ruh halini bir transformasyona dönüştürmekle ilgili bir sıkıntı varsa, bunun çözümü yine din eğitiminde. 

16. zihin tembelliğinin kendine kutsal bir kılıf bulması felaket doğururmuş. 

zihin tembelliğinin bulduğu her türlü kılıf bir felaket doğurabilir. bunu aşmanın yolunu da yine kutsal olanın içinde aramak gerek. 

17. birileri "doğruluğu kendilerinden menkul inançlarına" rasyonel kılıflar uydurmaya çalışıyormuş. 

hangi inançlar, hangi kılıflar? sözü uzatmanın gereği yok, bir takım sıkıntıların varlığını kabul ediyorsak, çözümleri masum bir ibadette değil, insanların din anlayışlarını yönlendiren eğitim süreçlerinin durumunda aramak gerek. böyle yapılmadığı zaman, konunun kör dövüşü yahut didişmek olmaktan çıkması da zor. 

not: dinin "öğretisinin" öğrenilmesi konusu ile tilavet denilen ibadeti birbirinden ayıramayanlara söyleyecek pek fazla bir sözüm yok. arka arkaya sıraladığınız ayet mealleri türkiye'de kur'an'ın arapça okunması ile ilgili değil, din eğitimi meselesi ile ilgili. dudaklarımı iyi okuyamadığınız anlaşılıyor: kur'an arapçadır ve tanım gereği başka bir dilde okunması mümkün değildir. islam dinini öğrenmek için kur'an meali veya tefsiri okumak başka bir şeydir, tilavet etmek başka bir şeydir. kur'an okumuş olmak için allah'ın peygamberine vahyettiği kelimeleri telaffuz etmek gerekir. kur'an'ın kutsallığının öğretisinden geldiği şahsınıza ait bir fikir, siz öyle yapın. 
(sirkencubin, 24.09.2003 15:30 ~ 06.11.2003 00:35) 


anlaşabilmeye başlıyor olmak güzel bir şey, iletişemediğimiz noktaların giderek azalması da ümit verici. 

tabloyu toparladığımız zaman kabaca şu hususlar ortaya çıkıyor: memlekette dinî eğitim yeterli değildir, insanların dinî açıdan olgunlaşmalarını sağlamak için de bir takım değişiklikler yapmak gerekmektedir. iddia edilen ise din eğitimine ayrılan sınırlı kaynak ve çaba içerisinde tilavet hususunun engelleyici bir rol oynadığı ve tilavetin yerini meal okumanın almasının, eğitimi güçlendirici yönde bir gelişme olacağı. 

öncelikle meal konusundaki kanaatimizi netleştirmemiz gerektiğini görüyorum. meal yazılmasına da, okunmasına da karşı değiliz. bırakın meali, tefsirlerin bile, murad-ı ilahi'yi ifade etmek bakımından eksik kalabileceği ihtimali bir yana, aksine meal yazılması ve okunması şiddetle gereklidir. hatalı olan husus meal okumayı tilavetin yerine koymaktır. ikisinin arasındaki fark net olarak anlaşılmalıdır. kur'an allah'ın peygamberine vahyettiği ayetlerden oluşur. meal kur'an değildir, tefsir kur'an değildir. meal de tefsir de, ilahî hitaptan, kullar olarak bizim anlayabildiğimizdir. asıl metni, kulların ondan anladıkları ile ikame etmeye çalışmak ne ile neticelenir, bunu şimdilik takdirlerinize bırakıyorum. kavramların yerli yerine oturmuş olduğunu zannediyorum: meal okumak tilavet etmek değildir demek, meal okumak yanlıştır mânâsına gelmez. 

peki meal okumanın din eğitiminde bir yeri var mıdır? konuyla akademik seviyede ilgileniyorsanız, çok iyi arapça bilmeden din bilimlerinde fazla bir ilerleme sağlamanız mümkün değil. ancak ortalama bir seviyeyi ve asla arapça öğren(e)meyecek kişileri dikkate aldığımız zaman, meal okumanın da din eğitiminde bir yerinin olacağı şüphesiz görünüyor. din öğrenen kişi mealden ne öğrenebilir? anadili arapça olan ortalama bir insan tilavet ettiği-dinlediği zaman ne anlıyor ve öğrenebiliyorsa, iyi hazırlanmış ve gerekli yerlerde açıklamalarla desteklenmiş bir mealden aynı şey anlaşılıp öğrenilebilir. atlanan husus ise şudur: sadece meal okumakla bu din öğrenilmez. sadece tilavet etmekle bir arap da bu dini öğrenemez. yetmiş göbek mekkeli de olsanız, sadece elinize bir mushaf alıp okuyarak bu dini öğrenemezsiniz. 

peki bu din nasıl öğrenilir? ilk öğrenenler nasıl öğrendiyse öyle. rasulullah ashabına ayetleri okuyor ve açıklıyordu. böylece onlar iki temel kaynakla aynı anda muhatap oluyorlardı: ayetler ve hadisler. bununla birlikte ayet ve hadisleri nasıl anlamaları gerektiği ile ilgili metod bilgisini de alıyorlardı ki bu olmadan okuduğunuzdan anlayacağınız sınırlı kalacaktır. ashab-ı kiram'ın hepsi de bu dini doğrudan doğruya peygamberden öğrenmiş olmalarına rağmen, her biri aynı seviyede öğrenmemişti. efendimizin dar-ı beka'ya rıhletinden sonra, onlar, anlamadıkları konuları, içlerinde kim o konuyu daha iyi biliyorsa ona soruyordu. bir misal vermek gerekirse ashabdan pek çok kişi feraiz konusunda hz. aişe'ye danışırdı. feraiz "farzlar" mânâsına gelen bir kelime olmakla birlikte terim olarak miras hukuku için kullanılır. bu alana söz konusu ismin verilmesinin sebebi temellerinin büyük oranda ayetlerle bildirilmiş farzlardan öğrenilmesidir. temel esaslar kitabda bildirilmiş olmasına rağmen, onlar kitabı açıp hüküm çıkarmak yerine gidip hz. aişe'ye soruyorlardı ki niye diye bir düşünmek gerekir. ashabın dini farklı seviyelerde öğrenmiş olmaları usûl (metod) bilgisi hakkındaki kavrayış derecelerinin birbirinden farklı olması ile de ilgili olabilir. hulasa edersek kaynaklardan ne anlayabildiğiniz, temel nosyona ne kadar hakim olabildiğinizle ilgilidir. hakim olamıyorsanız, olandan öğrenirsiniz. öyle ayet vardır ki okursunuz ve anlarsınız (yahut arapça bilmiyorsanız, mealini okur ve anlarsınız), ama öyle ayet de vardır ki, anlayabilmek için, o konuyla ilgili bütün ayetleri, nüzul sebeplerini, konuyla ilgili hadisleri bilmeniz ve bu malzemeyi nasıl kullanacağınıza dair usûl bilgisine sahip olmanız gerekir. 

din öğrenmek için gayret gösterilmemesi, memleketimiz için üzücü bir haldir. ancak öğrenmek için gayret göstereceklerin de bunu doğru metodla yapmaları gerektiği ortadadır. öğrenme konusunda yeterli motivasyonu olmayan birini, tilaveti kaldırıp yerine meal okumayı getirmekle motive edebileceğiniz de şüphelidir. 

söyledik, yine söyleyelim: meal okumaya karşı değiliz, meal konusunda şüpheci de değiliz. karşı olduğumuz husus tilavetin yerini mealin almasıdır. kur'an ezberlemeye hıfz dendiği cümlenin malumudur. hıfz korumak demektir. dünyanın her yerinde müslümanlar kur'an'ı unutulmaya ve tahrif edilmeye karşı ezberlemek yoluyla korurlar. asıl metin elden çıkarsa, ondan türetilen kişisel yorumların asıl metnin yerine konması, işi kulaktan kulağa oyununa çevirir. söyledik galiba, asıl o zaman sorgulama imkânlarını kaybedersiniz. tilavet öğrenmeye engel değil, bilakis onun garantisidir. öğrenme faaliyeti ve tilavet bir arada sürdürülür, birinin varlığı diğerinin aleyhine çalışmaz. eğer konu sınırlı fırsatların değerlendirilmesi ise, elbette bir orta yolun bulunmasına yönelik anlayışın yerleşmesi gerekir. öncelik birinde veya diğerinde değil, her ikisindedir. 

kur'an'ın tilavetinin ibadet olması konusundaki referansları bulup çıkarmam zaman alacaktır, ilk fırsatta... bu hususun gereğinden fazla önem kazanmış olduğu indî bir yorumdur. önem? kime göre, neye göre? insanlar bütün vakitlerini belirli bir tür ibadetle geçirmeye yönlendirilmemektedir. farzlardan sonra kalan zamanda, insanın emeğini hangi ibadete yahut ibadetlere ayırcağı tercih meselesidir. kişinin ihtiyaç duyduğu temel din bilgilerini öğrenmesi farzdır. bu farzı yerine getirmediği halde, vaktini "anlamadan" tilavet etmekle geçiren birinin durumu sorgulanabilir. ama bu öğrenmenin yanısıra tilavete de vakit ayıran bir kişiye bir şey söylenemez. tilavetin zihinsel tembelliğe zemin hazırladığı iddiası da şüphelidir. kur'an'ın arapça okunmasına itiraz edilmemesi olumlu bir tavır. ancak kur'an'ın arapça'dan başka bir dille okunup anlaşılmadığı kişisel bir görüş. eğer öyle ise bile, yapılması gereken "anlama" faaliyetinin arttırılmasıdır ve bunun yapılması için de tilavetten vaz geçilmesi şart değildir. hanım teyzeler konusunda söylenecek çok şey var, ama onlar da bu çerçevenin dışında değil. sözgelimi son bir kaç yıl içinde, bu hanım teyzelerin kendi kafalarına göre ibadet icat etmeye bir temayüllerinin olduğunu müşahede ettim. bu tür problemlerin aşılması için izlenmesi gereken yolun da sistemli ve düzgün bir din eğitiminin yaygınlaştırılması olduğu ortada. teyzelerin elinden mushafları alıp, onlara meal okutmakla nereye varılabileceği de üzerinde düşünmeye değer. okuduklarını anlamadıkları zaman bile kendilerine has bir "hanım teyze islamı" yorumu üretme yolunda oldukları düşünülürse, bir de anladıkları takdirde neler yapacaklarını tasavvur etmek güç. "anladıkları takdirde böyle yapmazlar" diyebilirsiniz, ama bundan cidden şüpheliyim. teyzeleri uygun bir usûlle eğitmek yerine mealle yüzyüze bırakmanın nasıl bir netice vereceğini düşünmek gerek. 

burada tartışılan şey gerçekten de "kur'an'ın kelimelerinin değil anlamının önemli olduğu" iddiası. neden biri ya da diğeri önemli olmalı ki? ikisi de önemli. "kelamı kutsal yapan içeriği değil" diyen yok, kelam kelimeleri ve içeriğiyle birlikte bütün olarak kutsal. nazil olduğu şekilde okunan ayetlerde, çince mealinde olandan başka bir şey olmadığı hususunda kararlı iseniz, gerçekten de mutabık kalma ihtimalimiz pek yok gibi. 

modelin hangi model ortada. kur'an bize peygamberimizi güzel bir model olarak gösteriyor ve insanlar "sadece" meal okumakla bu modelden ne kadar faydalanabilir, bunu düşünmek gerek. lafzın kendisi ile meşgul olmak, muhtevası ile de meşgul olmaya mani değildir. doğru metodla yapılacak bir eğitim süreci planlamaksızın "sadece" meal okumakla bu eğitimin önemli bir kısmı hiç de hallolmamış olur. "sadece" meal okumakla, kelamın muhtevasına ne derecede erişebileğiniz üzerinde durmaya değer bir konudur. evet bu bir mesaj, ileti, kılavuz ve fakat daha da fazlasıdır. kapı tokmağına benzemeyebilir, ama sevgiliden alınan hediye meselesi tekrar düşünülmelidir. 
(sirkencubin, 25.09.2003 11:12 ~ 11:20) 


bir şahsın müslüman olması için islam'ın öğretisini anlıyor olması gerektiği iddiasına katılıyoruz. inandığını iddia ettiği öğretinin neden bahsedior olduğunu anlamaya zaman ayırmayan birinin bütün vaktini tilavetle geçirmesinde aksayan bir taraf olduğunu kabul ediyoruz. reçel kavanozunu yalamak ve reçeli tatmak benzetmesini yerinde bulmuyoruz, belki reçeli koklamak ve tatmak olsa örnek daha bir yerli yerine oturmuş olabilir. 

tilavet ibadetinin topluca yapılmasında bir sakınca görmüyoruz, "sakat din anlayışı"nın toplumda yerleşmesi ve kök salmasının başka sebepleri olması gerektiğini düşünüyoruz. 

din öğrenme işine başlamak için bir dahaki kandil gecesini beklemeye gerek yok, derhal bu gece bile başlanabilir. diğer yandan din öğrenme işinin bir kandil gecesi faaliyeti olarak, tilavet için yerinde bir alternatif olduğunu düşünüyoruz, kandil gecesini "ihya etmek" babında, anlamadan mevlid dinlemek, kendini vermeden tilavet etmek-dinlemek-dinler gibi yapıp kendini kandırmak yerine, oturup temel din bilgilerini öğrenmenin uygun olacağı kanaatindeyiz. bütün bunlar olurken yasin, tebareke veya diğer surelerin bir kenara bırakılmasının gerekmediğini düşünüyoruz, kişi temel din bilgilerini öğrenme konusunda cidden geri durumdaysa akşamını bunları öğrenmeye ayırması yerinde olacaktır. belli bir mesafe katetmiş bir kişi ise, vaktinin bir kısmını meselâ yasin okumaya ayırabilir. allame bir kişi ise isterse hatim indirsin, biz karışmayız. 

(vay be, az çok bir mutabakata vardık galiba?) 
(sirkencubin, 25.09.2003 12:45
(sirkencubin 28/10/2011 23:44)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder