30 Aralık 2012 Pazar

hz muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)


suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün
bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su"

ahmed, mahmud, muhammed, mustafa, habibullah, tabîbü'l-kulûb, şefîü'z-zünûb, efendimiz.

aleyhisselatu vesselam.
(sirkencubin, 26.06.2003 11:38 ~ 12:37)


sevilmeye en çok layık olan insandır.

"şerefsizler onu sevmez" demek, "onu sevmeyen şerefsizdir" anlamına gelmez. bu bir.

şerefsiz kimdir? şerefsiz denilen kişiler arasında onu seven kimse bulunabilir mi, bulunamaz mı? bir kişi hem şerefsizliğe, hem onu sevmeye devam edebilir mi, yoksa zamanla birine mi döner? bu suallerin cevabını bilmiyorsak, sevmek-sevmemek ve şereflilik-şerefsizlik arasında bağlantı kurmakta acele etmemek daha yerinde olur. bilen varsa, bana da bildirirse memnun olurum. aynı değerlendirmeyi, aşağılık, ikiyüzlü, bencil ve alçaklar için de tekrar ediniz.

birileri sevdiğiniz biri hakkında ileri geri konuşmayı adet edinmişse, sinirlenmeniz tabiidir. ola ki onu sevmeyenler içinde öylesi de vardır ki, sayılan sıfatlar da az gelir.

sevmemek hileli bir kelime. hem sevmekte olmamak (nötr), hem de sevmenin aksi bir halde olmak (negatif) şeklinde anlaşılabilir. ondan nefret eden varsa, acımak gerek. sevmekte olmayanlara sevdirmenin yolu ise, heyecanlanıp aklına geleni söylemek değildir. sabredip güzel söylemek gerekir. yok biri mutlaka kaşınıyorsa, sözü ortaya söylemek yerine kaşınana yöneltmek daha yerinde olur.
(sirkencubin, 20.10.2004 12:22)

"hanginizin deli olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler." (kalem 68/5-6)

(c/p) http://kuran.gen.tr/...s_main&y=s_middle&kid=1&sid=68
(sirkencubin, 14.05.2007 08:08)


hz. muhammed aleyhisselatü vesselam efendimiz'in gerçekten allah'ın elçisi olup olmadığını karara bağlamak yönünde bir dava sözkonusu değil, bunu herkes kendisi bir karara bağlar, evrensel bir konsensüs beklemiyoruz, kimseye bir şey kanıtlamaya çalışan yok. birilerinin peşinizden gelmesi haklı olduğunuzu ispat etmiyor olabilir -etse esas gerçeğin ne olduğuna oylama yoluyla karar verebilirdik- ama yüz bin kişinin, bir milyar kişinin izlediği bir deliden bahsetmeden önce, durup, susup, yutkunup, tekrar düşünmek gerekir. konuyu "okuyun perspektif edinin, yoksa sirf totolojiyle bir yere varilmaz hayatta, okuz gelip okuz gider insan" şeklinde bir retorikle ortaya koymak, kusura bakmayın, ama buradan bakınca gerçekten de insanları salak yerine koymak gibi görünüyor.

bir inanca ulaşmak için akıl önemli bir araç, ama tek başına belirleyici değil. insanların çoğu zaman sorgulamadan inandıkları da bilinen bir şey, bununla ilgili olarak tahkiki iman ve taklidi iman kavramlarına göz atılabilir. aklını kullanmakla bilimi ve felsefeyi baz almak aynı şey değil. bir sonuca varmak için seçilen vasıtalar ve gerekli görülen tahkik seviyesi kişiye göre değişir, falanca için "babam öyle diyo" yeterli bir açıklamayken, filan yeryüzünün bütün fikri mirasını incelese bile bir karara varamayabilir. bir inanca sahip olmak için bir hayli mürekkep yalayıp, literatürü yutmayı şart koşarsak yeryüzü nüfusunun çoğunluğunun hiçbir şeye inanmayacağını baştan kabul etmemiz gerekir. yeterli altyapı konusundaki görüşler de, inancı neyin sağlam ve değerli kılacağı konusundaki görüşler de ancak söyleyeni bağlar. (ironik gelebilecek bir "kocakarı" örneği var, tam metnini bulabilirsem, bir yerlere eklerim belki.) bunların yanında islam'ın demografik tutumu tasvip ettiğini düşünmek yanlış ("ya babaları bir şey bilmiyor idiyse?"), bu durumda eleştiri islamiyet dışında bir şey öğrenmemiş olmaktan çıkıyor, islamiyet'i iyi öğrenmemiş olmaya dönüyor. insanların inançlarını ailelerinden almaları bir tesadüf değil (çocuklar islam fıtratı üzerinde doğarlar, sonra ana-babalarının etkisiyle başka dinlere girerler), fakat bunların konuyla bir ilgisi yok, inançların sorgulanması garipsenmiyor, bunda tuhaf bir şey yok, konunun takdim ediliş tarzı dışında. kendi totolojilerinizin içinden konuşup başkalarını öküz olmakla itham ederken atladığınız nokta, onların da ömürlerinin herhangi bir anında "acaba?" demediklerini varsaymaktır.

kimseyi korkutmak gibi bir niyet sözkonusu değil, elde bir mesaj var, bir uyarı, o aktarılıyor. bu uyarının inanmak için tek sebep olduğu veya bu dünya hayatı içinde test edilip ispat edilebileceği yahut çürütülebileceği gibi bir şeyden bahsetmedim. diğer taraftan doğruluğunun açık seçik seçik görülebileceği bir günün geleceğine inanıyorum -inanmıyorsanız elbette size bir şey ifade etmeyecektir- ama dilerim o gün de birilerine hayırlı günler dileyebilecek kadar neşeli olursunuz. umarım böyle bir günü görme olasılığını da sorgulamanıza dahil etmişsinizdir. özgür irade, eğer doğrunun ve yanlışın ne olduğuna kendi başınıza karar verebileceğiniz anlamındaysa, öyle bir şey yok zaten. size gönderilen mesajla doğrunun ve yanlışın ne olduğu dikte ediliyor, bir takım emirler ve yasaklarla mükellef kılınıyorsunuz. özgür iradeniz sadece mesajı onaylayıp onaylamamak ve gereğini yerine getirip getirmemek konusunda. seçiminizi yaptıktan sonra, sonucunu göğüslemeye de hazır olmalısınız.

geldik temel noktaya: "sorgulanan sistemi, o sistemin sinirlari icinde kalan, dolayisiyla harici bir referans noktasi tarafindan onaylanamayacak bir iddiayla savunulamaz." ben bunun tam aksini düşünüyorum, bir sistemi harici noktalarla savunmaya çalışmak abesle iştigal. bir sistemi ancak kendi çerçevesi içinde tutarlı olup olmamak konusunda sorgulayabilirsiniz. bütün insanlık için kabulü zorunlu bir "evrensel harici nokta" yok. bir fizikçi iddiasını deneylerle ispatlamaya çalıştığı zaman bir harici nokta kullanmış olmaz, aksine kabul ettiği sistemin içinde kalarak iddiasını desteklemeye çalışır. tartışma için bir ortak zemin, paylaşılan başlangıç noktaları olması gerekir. bilimsel bir teori bilim çerçevesi içinde anlam ifade eder. sorgulamanıza kendinizin dışında gözlemlenebilir bir dünya olduğu varsayımıyla başlıyor ve tümevarım metoduyla bir şeylerin ispatlanabileceği varsayımıyla devam ediyorsanız, bu noktadan sonra söyleyeceğiniz hiçbir şey, bu varsayımlarınızı paylaşmayan biri için anlamlı değildir. ya da bir konunun akıl yoluyla çözümlenebileceğini düşünerek sıraladığınız argümanlar, konuyu akıl ötesi bulan biri için bir şey ifade etmez. fizik teorilerini fizik sistemi içinde kalarak sorgularsınız, insanlar bilimsel olarak haklı olup olmadığınıza kendilerine göre bir karar verirler. başka bir sistemin teoriniz hakkındaki eleştirisi, siz o sisteme inanmıyorsanız size bir şey ispatlamaz. mesela bilime inanıyorsanız ve kur'an'a inanmıyorsanız, herhangi birinin harici nokta olarak kur'an'ı referans alarak ortaya koyduğu eleştiriler sizi bağlamaz. x dininin geçerliliğini y bilimiyle veya z felsefesiyle sorgulayan biri, y bilimini veya z felsefesini temel alıyor demektir, x dinini de temel inancı üzerinde bir noktaya oturtmuş olur. benim yaptığım da y bilimi üzerinden yapılan sorgulamaya, x dini üzerinden müdahale ederek insanları ikna etmeye çalışmak değildi. sadece islam'ın kendi sistemi içinde bu konuda ne söylediğini aktardım. hz. peygamber'in deli olmadığını söylemek için tek sebebim, kur'an'da öyle yazması değil. üstelik kur'an'ı hz. peygamber vasıtasıyla öğrendiğimizi, dolayısıyla inanmayan biri için, bu ayetin onun kendisi hakkında kendisinin söylediği bir şey olacağının da farkındayım. anlaşılmayan nokta şu, ne öne sürülen nedenleri sorgulamak ne de inancımın neye dayandığından bahsetmek gibi bir şeye ihtiyacım var, çünki ortaya atılan iddiayı değerlendirmiyorum, veri havuzunuza bir katkıda bulunuyorum, başka bir pencereden bakmış olsaydınız ne görebilirdiniz, onu işaret ediyorum. bunu değerlendirip değerlendirmemek sizin sorununuz.

evren gibi, hayat gibi, insan bilinci gibi konularda getirilen açıklamaları harici neden olarak görüyorsanız ortada bir yanlışlık var. evrenden bahsettiğimizde, tek, ortak, standart bir evrenden bahsetmiyoruz, bakış açısına, çizilen çerçeveye göre değişen bir evren algısından bahsediyoruz. evren münhasıran bilimin veya felsefenin konusu değil, din evrenden bahsettiği zaman, bunu bilime ait bir nesneyi ödünç alarak yapmaz, kendisine ait bir nesneyi kullanır. bir astrofizikçi gökcisimlerinin hareketlerinden bahsettiği zaman bir takım bilimsel olgular hakkında konuşmaktadır. oysa bir din adamı gökcisimlerinin hareketlerinden bahsettiği zaman, bir bilimsel olgudan bahsetmemektedir, bir ayetten bahsetmektedir. bilimsel verilerden evreni -kevnî ayetleri- okumak için bir araç olarak yararlanabilirsiniz, ispatlayıcı bir kaynak olarak değil. evren hakkında düşünmekle, bilim hakkında düşünmek aynı şey değildir. bilim evren hakkında sorgulanabilir bir takım tasvir ve açıklamalar sunar bize -evrenin kendisini değil- bunları hangi oranda ciddiye alacağınız ayrı bir meseledir. bilimi inanç için referans alsaydınız, bilim değiştikçe inancınız da değişmiş olurdu. bu da inandığınızı iddia ettiğiniz sisteme değil, benimsediğiniz bilimsel metoda inandığınız anlamına gelirdi. oysa din metodu ne kadar kerameti kendinden menkulsa, bilim metodu da o kadar kerameti kendinden menkul.

"akletmiyor musunuz?" diyen bir dine inanan birinin "inanç işleri akla mantığa uymaz" demesi sözkonusu olmasa gerek, inanç ve akıl tamamen apayrı platformlarda değil. ne var ki inanç aklın kapsama alanıyla da sınırlı değil. gerçekten "bu inanc isleri akla mantiga uymaz kardesim, bosuna sorgulama, bunlarin hicbir anlami yok; ben inaniyorum ve bunu ne senin aklina ne de kendi aklima anlatmak zorunda degilim" diyen birileri varsa yanılıyorlar, yahut belki de birileri başka bir şeyler söylüyor, ama anlatamıyorlar/ anlamıyorsunuz. söylenen, bence söylenmesi gereken şu: "benim inancım, benim aklıma, mantığıma uyuyor kardeşim, seninkine uymuyorsa sana bir şey ispatlamak zorunda değilim, uyarsa inanırsın, uymazsa inanmazsın." aklı kullanmak herkesi aynı sonuca ulaştırsaydı, bütün akıllı insanlar aynı şeyleri düşünüyor olurdu. halbuki akıllar pazara çıkınca yine herkes kendininkini alıyor. akıl bir yerler ulaşabilmek için önemli bir araç, ama tek başına belirleyici değil. bir araba gibi düşünün, falan arabasına biner hanya'ya gider, filan arabasına biner, konya'ya gider (konya'da güzel etli ekmek yapıyorlar, kastamonu'da daha güzel yapıyorlar diye bir iddia da var, ama sonuçta ikisini de karnıyarığa tercih ederim. cehennem menüsü ise kitab'da zakkum olarak bildiriliyor), feşmekanın arabası ise bozuktur, hiçbir yere gidemez.

"inanclar, henuz bilimin kesinligine ulasamamis veya dogasi itibariyle hicbir zaman ulasamayacak teorilerdir, o kadar." bunun üzerinde uzun uzun konuşmayacağım; bilim, inançların kesinliğine ulaştığı zaman gelin size bir çay ısmarlayayım. birileri aristo'nun peşinde gezmekten vazgeçip bilim diye bir şey icat etmişlerse, bunun sebebi "kesin" kavramının gaz yapması. var olup olmadığına bile, sobanın başında epeyce bir kaşındıktan sonra karar verebilen bir adam vardı, hatırlarsanız, ortalığı epeyce karıştırdı, sayesinde ozon tabakasını bile delebildik.

konu bence de bilgi meselesi ile ilgili, ama meseleye benim yazabileceğimin epey ötesinde bir giriş yapılmış olduğunu gördüğüm için sözün orasını fazla uzatmamaya çalışacağım. daha önce inanç ve bilginin birbirinden bağımsız olduğunu düşünüyordum (daha önce ne düşündüğümü merak edenler garajımdaki ejderha başlığına bakabilirler). ancak sonra bilginin de sonuçta bir inanç meselesi olduğu kanaatine vardım. özetle, daha önce inancın gaybla ve bilginin de şehadetle ilgili olduğu fikrindeydim, ama şehadetin bilgiye dönüşmesi için de inanmak gerekiyor, yani gördüğünüzü bir bilgi olarak kaydedebilmek için gördüğünüze inanmanız gerekiyor. bilgiye ulaşmak için kullandığımız farklı sistemler var, bunların herbiri farklı beşeri bakış açılarından hareket ediyorlar ve hiçbiri bütün insanlık için zorunlu değil. bilmek için hangi yolu kullandığınız bir seçim meselesi. ister "abdullah'ın oğlu'nun" "görüşlerini" referans alın, ister dekart veya sokrat gibi çok bilmişlerinkileri, sonuçta bilginiz sadece sizinle aynı başlangıç noktalarını seçenleri bağlayacaktır. bu sebeple inanan birinin, başkasını da aynı şeye inandırmak gibi bir meselesi olamaz, sadece hangi yoldan gittiğinizi ona da gösterirsiniz, kendi seçmini yapar. islam'ı benimseyen biri için esas tebliğdir, başkalarını müslüman yapmak gibi bir "misyon" sözkonusu değildir, dolayısıyla ortada bir ikna gayretinin olması şart değildir. islami bakış açısına göre ortada bir sınav vardır ve sınavın şartları gereği cevaplar açıklanmamıştır, gaybe iman istenir. gayb şartları ortadan kalktığında sınav da bitmiş olur, bu noktada iman etmeniz bir şey ifade etmez. kıyametin koptuğunu gördüğünüzde, "haa, lan doğruymuş" demeniz anlamsızdır, sınav bitmiştir, geçmiş olsun. dolayısıyla yüzyüze olduğunuz konu, olası gerçeklerden birini seçmektir. bir zorunlulukla karşı karşıya değilsiniz. gerçeğin ne olduğu konusundaki görüşlerin herbiri, ancak söyleyeni ve onun bakış açısını paylaşanları bağlayan, "kerameti kendinden menkul" söylemlerdir.

hz. peygamber'in nöropsikiyatrik bir sorununun olup olmadığı konusu ilk defa ekşi sözlük'te gündeme getirilmiş değil. hz. peygamber risaletini tebliğ etmeye başladığında, mekke müşrikleri de toplanıp ihtimalleri değerlendirdiler. karşılarındaki şahsı yakından tanıyorlardı. yalancı diyemediler. şair, kahin, mecnun ve sihirbaz olması ihtimalleri üzerinde durdular, hiçbirini yakıştıramadılar. geriye kalan onun gerçekten peygamber olması ihtimaliydi, bunu kabul etmeyi gururlarına yediremediler veya menfaatlerine uygun görmediler. sonuçta sihirbaz demeye karar verdiler. anlamsız sözler söyleyip aya gittiğini iddia eden bir takım mistiklerle hz. peygamber arasında benzerlikler görüp bundan bir itham türetmeye çalışmak ya insafsızlıktır veya konuyu yeteri kadar incelememiş olmanın göstergesidir. araştırmaya devam ederseniz, olayın o kadar da basit olmadığını göreceksiniz.

ne bizim öküz olduğumuzu düşünmeniz, ne de efendimizin deli olduğunu düşünmeniz bizden bir şey eksiltir, düşüncenizi ortaya koyma biçiminiz de seçiminizden ibaret. söylediğimiz sadece şuydu: demek öyle düşünüyorsunuz, ama biz öyle düşünmüyoruz. bize göre bu bir sınav, sonuçları sınav bittiğinde öğreneceksiniz (aynen öyle, çıkışta görüşeceğiz).
(sirkencubin, 19.05.2007 00:25)


efendimizdir. (gizli özne: biz müslümanlar. bunun açıklamaya ihtiyaç göstermediğini sanıyordum. diğer taraftan biz müslümanlar için, aslında herkesin efendisidir, ama bunu kabul etmiyorsanız, o da sizin sorununuz.)

büdüt: kötülemeyin lan milletin entrysini, işiniz mi yok, bütün entryleri kötülemek gerekmez, ara sıra da içinizden buğzedin...
(sirkencubin, 19.05.2007 00:54)


diğer bütün peygamberler gibi mucize göstermiş bir peygamberdir. mucize göstermek peygamberlerin ortak özelliklerindendir. hz. muhammed'in (aleyhisselatü vesselam) mucizelerine örnek olarak ayın ikiye bölünmesi zikredilebilir. keza mesela hz. musa'nın (aleyhisselam) mucizelerine örnek olarak da kızıldeniz'in ikiye ayrılması söylenebilir.

başlamadan, konunun ana fikriyle bir ilgisi olmasa da, kanaatimce ciddi bir bilgi eksikliğini işaret eden birkaç noktayı düzeltmek istiyorum. birincisi islam'ın tanrı anlayışı antropomorfik değildir. tanrı insan şeklinde değildir. allah'a ne insan şekli ne de başka herhangi bir şekil izafe edilebilir. allah'ın sıfatlarından biri "muhalefetün lil havadis" yani "sonradan varolanlara benzememek" olup, şekil de sonradan yaratılanlara has bir vasıf olmakla, "x-morfik" şeklinde kurgulanabilecek bütün anlayışlar hatalıdır. allah tasavvur edebildiğiniz, tahayyül edebildiğiniz herhangi bir şeye benzemekten münezzehtir. bu islam inancıyla ilgili temel konulardan biri, antropomorfik bir görüşten bahsedebilmek için bu din hakkında kayda değer bir bilgi sahibi olmamak gerekiyor. bu arada söz hz. ibrahim'e gelince kur'an'a da bakılabilir.
http://www.kuran.gen.tr/...in&y=s_middle&kid=1&sid=14
http://www.kurandaara.com/...&sure_no=&go.x=35&go.y=6

ikincisi şeytan-tanrı mücadelesi, mücadele kelimesini hangi anlamda kullanırsanız kullanın, islam için böyle bir şey söyleyemezsiniz. şeytanla insanın mücadelesi vardır. allah'ın gücü karşısında kendine ait bir gücü olmayan şeytan ile allah arasında bir mücadele bulunması düşüncesi tuhaf. şeytan'a allah tarafından mühlet verilmiştir, hakkında işlem yapılmadan önce. üçüncüsü mucize meselesiydi, onu en başta söyledik.

havanda su dövdüğümüzü düşündüğümden, fazla dağıtmamaya çalışarak (entryyi yazıp bitirdikten sonraki not, iyi ki de dağıtmadım…), ben de konuyu kendi açımdan kapatmak istiyorum. retorik konusuna girmeyeceğim, nasıl algılandıysa öyledir.

imam matüridi bilgi için üç geçerli kaynak kabul ediyor: gözlem, muhakeme ve haber. hads'i (yani sezgi, hadis değil!) geçerli bir kaynak olarak görmüyor. imam gazali ise sezgiye oldukça büyük bir önem veriyor. zannederim, bilgi ve sezgiden ne kastettiğinize bağlı olarak ikisi de haklı olabilir. bilgi (ilm) hal ilmi ve kaal ilmi olarak ikiye ayrılabilir, kabaca "yaşantı/ deneyim" ve "sözle ifade edilebilir bilgi" diye açıklasak hatalı olmaz umarım. ilki daha çok tasavvuf konusuyla ilgili, imam gazali'nin sezgiye verdiği önem de tasavvufla ilgili. sezgi deyince bununla ya "kestirme, kestirimde bulunma" gibi bir şey kastedilebilir ki, işlem basamakları atlanmış/ gizli kalmış bir tür muhakeme gibi bir şekilde, anlık olarak sebepten sonuca intikal etmek gibi bir şey olur (sözün bu kısmındaki "gibi bir şey" yoğunluğu konuya hakim olma derecemin düşüklüğü ve değişip duran fikirlerimle ilgili, çok kesin hükümler belirtmek istemiyorum. ayrıca yeri gelmişken belirteyim, allahu a'lemu bi's-savab.), yahut sezgi kavramı vasıtasız olarak zihinde (gazali'ye göre kalbde) beliren bir bilgi, içe doğma anlamında da kullanılabilir. hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın, sezginin hal ilmi şeklinde bir bilgiye yol açıp açmayacağı konumuzun dışında. hatta hal ilmini olduğu gibi konu dışı sayabiliriz. seçim yapmakla ilgili kısmın dışında, sezginin sözle ifade edilebilir veri sağlamasını da tartışmayacağım. bildiğim kadarıyla islam ilimlerinde, bu şekildeki sezgi yoluyla edinilen bilgi, denetimsiz olarak kabul edilmiyor, vahyin süzgecinde değerlendiriliyor. daha açık bir ifadeyle keşf yoluyla edinilmiş ve ayet ve hadislere uymayan bir bilgi muteber değil. konumuza dönecek olursak, tartışmada kilitlendiğimiz nokta, muhakeme, haber ve sezginin bilgi kaynakları olarak değerleriyle ilgili. burada haber derken, vahye dayalı haberi, yani ayet ve hadisleri kastediyoruz.

herhangi bir şey biliyor olmak için, önce bir şeylere inanmak gerekiyor. başka bir deyişle, hangi mantığı kullanacak olursanız olun, muhakemeye başlamak için önce bir şeyleri ispatsız olarak baştan kabul etmeniz gerekiyor. başlangıç noktasını nasıl seçeceksiniz? akıl yürüterek seçemezsiniz, çünki bu seçim yapılmadan akıl yürütmeye başlayamıyorsunuz. bu durumda seçim yapma yolları hakkındaki mütâlaalarımız ne olursa olsun, her şeyden önce bunun bir seçim olduğunu unutmamak gerekiyor. mantıkî bir mecburiyete dayanmaması bakımından, seçimin keyfi olduğu söylenebilir. bütün bir sistem açısından en kritik an, seçim anı, başka söyleyeceğiniz her şey, ilk seçiminize bağlı, ilk taşı nereye koyduysanız, binanızı oraya kuracaksınız demektir. metodunuz da diliniz de büyük oranda ilk andaki seçiminize bağlı.

başlangıç noktası sezgi yoluyla seçilebilir, sorgulamadan, başkalarına uyarak seçilebilir veya sonuçlardan hareketle, arzu ettiğiniz yaşam tarzını sağlayacak bir noktayı söyleminiz için ilk adım olarak seçebilirsiniz. sonuçta aklınızı kullanmanızı ve bilgi sağlamanızı sağlayacak yolu, bilgi ve muhakemeye dayanmadan seçiyorsunuz. sisteminizde bir çelişki görürseniz, geriye doğru giderek hata noktasını bulmaya çalışabilirsiniz, ya da sistemi tamamen terk edebilirsiniz, ama sistem içinde kalarak ilk noktayı sorgulayamıyorsunuz. ikna faaliyetleri de bu yüzden çok anlamlı değil, eğer muhataplar çok farklı noktalardan hareket edip, farklı metodlarla muhakemede bulunuyorsa, iletişim anlamlı olmaktan çıkıyor. dahası birine bütün işlem basamaklarında hata yaptığını ispatlasanız bile, bu yolla başlangıç noktasını değiştirmeye zorlayamadığınız için sonucu değiştiremiyorsunuz. vardığınız yer, "herkes kendi yoluna" oluyor. islam aklı sınırlı faydası olan, ama gerekli bir araç olarak görüyor. tebliğ edilen mesaja teslim oluyorsunuz, mesajı bütün olarak kabul ediyorsunuz. yani bilgi edinmek için temel kaynağınız haber ve sistemi de bunun üzerine kuruyorsunuz. vahyi bir olasılık olarak bir kenara kaydeden, ama daha dünyevi, daha gözlemlenebilir açıklamalar bulundukça tercih etmeyen bir sistemin metodunu kullanarak, vahyi gerçeğe giden temel yol olarak gören bir sistemi eleştirirseniz, görüşleriniz ancak sizinle aynı noktadan bakan biri için anlam taşır. zorunlu olmayan seçimler sözkonusu olunca "sen onu niye seçtin? ben bunu seçtiğim için sen hatalısın" demek lüzumsuz. tek bir ayeti, bütün felsefe tarihinin bütün argümanlarından daha güçlü gören kişilere, vahyi paranteze alarak bir şey ispatlayamazsınız. (tavla pullarıyla okey oynamayı deneyin mesela onun yerine.) bunun tersi de doğru, vahyi kaale almayan birine ayet okuyarak bir şey ispatlanamaz. ortada ikna gayreti varsa ve insanlar bu işi farklı sistemler içinden konuşarak yürütüyorlarsa, bu hata kendi sistemini evrensel kabulü zorunlu doğru olarak görmekten ve muhatabın da buna uyacağını sanmaktan ileri geliyor. bilim ve aklı önceleyen söylemlerin sıklıkla yanıldığı nokta, kendi bakış açılarını alternatif inanç şekillerinden biri değil, evrensel bir ortak payda olarak görmekten kaynaklanıyor. halbuki sizin duruşunuz da son tahlilde bir inanç ve "senin dinin sana, benim dinim bana."

geldik taklit ve tahkik konusuna. islam'da sorumlu olduğunuz husus doğru şeye inanmak. ister sorgulayın, ister sorgulamadan "babam öyle diyo" tavrıyla inanın, inancınız geçerli. başkalarına uyarak inanmaya taklidî iman deniyor. buna mukabil kafirlerin sırf babalarına uyarak inkarda bulunmaları hoş karşılanmıyor. [onlara, "allah'ın indirdiğine (kur'an'a) ve peygamber'e gelin" denildiğinde onlar, "babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter" derler. peki ya babaları bir şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı? (maide 5/104)
http://www.kuran.gen.tr/...in&y=s_middle&kid=1&sid=5]
burada bir çelişki varmış gibi görülebilir, ama esas olan doğru inanç olduğu için çelişkili değil aslında. doğru inançla yükümlüsünüz ve hangi yoldan gerçekleştirirseniz gerçekleştirin, sorumluluğunuzu yerine getirmiş oluyorsunuz. ancak kalabalığı izlemek tehlikeli bir tutum, farz edin ki gemiyle bir yere gitmeniz gerekiyor ve kalabalığa uyup bir gemiye bindiniz. doğru gemiye bindiyseniz, gittiğiniz yerde sizi geri çevirmezler. ama hangi gemiye binmeniz gerektiğini araştırmadığınız için yanlış gemiye binme tehlikesi de var ve dönüşünüz de olmayabilir. bu bakımdan taklidî iman çok da parlak karşılanmamıştır, islam alimleri tarafından. yanlış hatırlamıyorsam bir kısmı tahkiki şart koşuyor, bazıları da herkesin tahkik etmesi sözkonusu olmayacağı için bunu şart koşmuyor. imam gazali de bilgi konusunu işlerken çevreye uymanın aleyhinde bulunuyor. araştırarak, düşünerek inanmaya tahkikî iman deniyor. alternatifler hakkında ne kadar fazla bilgi sahibi olursanız, seçerken de isabet ihtimaliniz o kadar artar. başka bir bakış açısıyla da, alternatifleri bilmek seçiminizi değiştirmeyecek olsa bile en azından ne seçtiğinizi daha iyi bilmiş olursunuz. tahkik, imanı kuvvetlendirmek açısından da daha olumlu bir tutum. kuvvetlendirmek derken, şüphe ve tereddüdü gidermek değil, gönülden bağlılığı arttırmak, şiddetlendirmek manasını kastediyorum. [hani ibrahim, "rabbim! bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (allah ona) "inanmıyor musun?" deyince, "hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için" demişti. "öyleyse, dört kuş tut. onları kendine alıştır. sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. sonra da onları çağır. sana uçarak gelirler. bil ki, şüphesiz allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." (bakara 2/260)
http://www.kuran.gen.tr/...in&y=s_middle&kid=1&sid=2]

buraya kadar yazdıklarımdan, bundan sonra yazacaklarımın bir kısmı çıkarılabilir belki, yine de bir göz atalım…

*

"cogunluk hicbirseye inanmaz diye bu dogrultuda bir egitimin sart kosulmasina karsi olmak iyi bir poziyson degil bence"

bu eğitim için bir tavsiye anlamındaysa, evet ne kadar ekmek o kadar köfte, "eğitim şart" elbette. eğitimi olmayanlar bir şeye inanamaz gibi bir anlamı varsa -ki sanmıyorum öyle olsun- bir anlamı yok.

*

"... tumden relativitst olmak da tembelliktir. cocuguna sirf zeusu falan ogretip, hicbir altyapi vermeyen bir ebeveynin yontemi hakkindaki her goruse esit mesafede misiniz? ustelik isin tek boyutu din/inanc degil; mesela bence yeterli altyapi critical thinking, felsefe ve kisa bir temel bilimler egitimidir, yani sorgulama tekniklerini gelistiren egitimler, ve bu egitim duzgun bir demokrasinin islemesi icin de gerekli olan bir altyapi mesela."

başlangıç seçimini "keyfi" olarak tanımladıktan sonra relativist olmamak gibi bir şansımız var mı? "sırf zeusu falan" öğretmek nedir, tam anlamadım. eğer adam sırf zeus'a inanıyorsa, çocuğa vişnu'dan bahsetmemesi tuhaf değil. inancın aktarılması sosyalleşmenin kaçınılmaz bir parçası, "yavrum sen şimdilik hiçbir şeye inanma, her şeyi öğren, farik ü mümeyyiz olunca birini seçersin" deseniz bile, çocuğa bir inanç aktarmış oluyorsunuz: aklı nihai merci olarak görme inancını. "yeterli malzemeyi topladığın zaman, son kararı aklın vermeli" düşüncesinde (aslında inancında), akla hakem rolü veriliyor. bu zorunlu değil, seçmeli. tanrı'nın yerine aklı koymak, inanç bakımından nötr olmak değil. "allah'ın emrine uy" demek ne kadar dinse, "aklının emrine uy" demek de o kadar din. (üstelik adı konmamış bir din olduğu için, zaman zaman mensuplarının bilerek veya bilmeden kaçak güreştiğine, belden aşağı vurduğuna şahit olduğumuz bir din. bir papaz çıkıp da islamiyet'i eleştirdiği zaman neyin adına meydana çıktığı aşikar oluyor, oysa biri aynı şeyi maddeci, bireyci, pozitivist bir zemine dayanarak yaptığında, aklı ve bilimi öne sürerek konuştuğunda, taraf olduğunu gizleyen, tarafsız gibi davranan bir tarafla, açıklanmamış bir conflict of interest durumuyla karşı karşıya kalıyoruz. zaman zaman hadise trajikomik boyutlara da ulaşabiliyor. sırf "yaşam tarzından" dolayı tek satır okumadan kendini aydın sanan bir kısım aklıevveller karşınıza çıkıp "ama bilim bik bik bik..." diye başlayan cümleler kurmaya başlıyor. -dikkat retorik çıkabilir!- bi kere "isviçreli bilim adamları öyle diyo" demenin, "babam öyle diyo" demekten ne farkı var? yok efendim bin dört yüz yıl önceymiş de, yirmi birinci yüzyılmış da bilmem ne... -sözüm meclisten dışarı- lan öküz (çok pis takarım abi), bilim allah'tan iyi mi bilicek? bilim gitsin atom bombası patlatsın, kansere çare bulsun, boyundan büyük işlere karışmasın... [onlar bilim değil teknoloci diyen olursa döverim, hacı dayak, cennetten çıkma...] -retorik yaptım, pişman değilim.) inanmak, seçim yapmak anlık bir şey olunca, yeterli altyapıdan bahsetmek de hatalı. bu yüzden bu konudaki görüşler söyleyeni bağlar dedim. yeterlilik konusunu bir tarafa bırakırsak, çocuğa analiz melekesi kazandıracak bir eğitim iyi bir şey elbette, ama eğitime nereden başladığınız ve hangi sırayla gittiğiniz de bir seçim. bence de iyi bir eğitimin "amentü"den başlaması gerekiyor mesela.

*

"... demografik nedenlerle dinler seciliyorsa, islam ulkelerineki dogum oranlari da yuksekse, 20 sene icindeki gelisime bakip "bakin insanlar dogruyu gorduler, daha cok insan islami seciyor" gibi bir yanlisa dusmek kolay. ve bu dongu icinde ozgur secimden bahsedilemez, cunku insanlarin cogu baska sey/alternatif ogrenmiyorlar. e bu dusunceye bir itiraz var mi yok mu bilemedim."

seçim konusunda söylediklerimiz ile taklit ve tahkik konusu bunu açıklıyor sanırım. bir şeyi herkesin yapması doğru olduğunun garantisi değil. bir hata yapıyorsanız kalabalığa uymuş olmanız mazeret değil. okumanız, düşünmeniz gerekir. ama yapmıyorsanız bu da sizin probleminiz olur. seçim yapma yeterliliği konusunda koşulabilecek şartlar, bu şartları ortaya atanlardan başkasını bağlamaz. özgür seçim yapmak için ne kadar alternatif bilgi gerekiyor, kim neyi ne kadar biliyor, buralara girersek çıkamayız. "allah'ın zati ve sübûtî sıfatları" denince, zihninizde bir iki kelime olsun bir şeyler canlanmıyorsa, islam hakkında özgürce seçmemek için yeterli bilgi sahibi olduğunuzu iddia edebilir misiniz? olasılık değerlendirmeleri sırasında sıra islam'a geldiğinde karar verebilmek için felsefe, biraz temel bilimler eğitimi, az genesis üstü bol genelleme gibi verilerle yetinmek (yine retorik, hem de kişiselleştiriyorum, suyundan...) neleri seçmediğini bilmeden seçim yapan 1,5 milyar insandan sizi farklı kılmaya yetiyor mu?

*

"... yani o noktada duzgunce sekillendirilmis ve desteklenmis bir itiraz yokken (ben goremedim belki) bir anda benim totolojimden bahsetmek olmuyor."

neden totoloji dediğimi aşağıda anlatmış olmam gerekiyor. baştan söylerken niye söylediğimi daha sonra açıklayacağımı bildirsem daha fiyakalı olacaktı, üşendim. özür dilerim.

"dahasi halen hatali bir okuz ithami varsayimi var ve acaba konusunda da "bir cogunuzun da burada deginecegim bazi noktalari onceden dusunmus oldugunuzu kabul ederekten" diye girmisiz konuya, daha ne densin?"

öküz konusunun gündeme gelmesi, ilk andaki tepkinin açıklanmasıyla, konuya giriş anındaki üsluptan kaynaklanan algının açıklanmasıyla ilgili. sonradan yaptığınız açıklamalarla aslında insanları salak yerine koymadığınız anlaşılmış olabilir, ama bu kadar hassas bir konuya bu kadar itinasız bir şekilde giriş yaparsanız, tepki çekersiniz, insanlara "neden beni öcülü böcülü şeylerle korkutmaya çalışıyorsun" deme hakkınız da olmaz. kaldı ki gerçekten de korkutma düşüncesi yoktu, mesele diğer köşeden nasıl görünüyor, bunun tasviriydi.

*

"mesajin/uyarinin fazlaca ulasmadigi yerlerdeki insanlar nefslerine yenik dusebilirler ama islamiyetin topraklarinda dogmus biri bu uyarilari daha sikca dinleyeceginden normalde ozgur iradesinin islemesine neden olacagi gunahlardan uzak duracak. e her kavme peygamber gondermis olmak da bu adaletsizligi kurtarmiyor, benim buyuk buyuk dedem o peygamberi dinlemeyip hiyarlik yapmissa onun getirdigi handikapi niye ben cekeyim?"

herkes kendi durumuna göre değerlendirilecek, allah adildir, endişe etmeyin.

*

"tanriya inanmazsam ve hakli cikarsam birsey kazanmayacagim ama haksiz cikarsam cok sey kaybedecegim, o yuzden inanirim. bu sekilde birseye inanilmayacagi icin, bunun samimi bir inanca yolacmamasi yuzunden, o gunu gorme olasiligim sorgulamamda bir faktor olamiyor ister istemez. yoksa ben de bosuna ne diye risk alayim?"

kastettiğim "umarım kar zarar hesabı yapmışsınızdır" değildi. umarım neyi kabul edip neyi reddettiğinizi ciddi ciddi değerlendirmişsinizdir. hüsrana uğramanız üzücü olur...

*

" fakat konu baglaminda, konumlarimizin farkliligi derece farkindan kaynaklaniyor ve oradaki sorun cozulmemis. yani fizikci gorusunu, deneylerle, bilimin dahili referans noktalariyla anlamlandirabiliyor. eyvallah. fizikci, bilim kumesinin icinde. ama bu demek degil ki fizikci, "yazdigim seyler dogrudur, cunku orada yazdiklarimin hepsi dogrudur" gibi iddiada bulunsun. boyle bir iddia cok daha dar bir kume icinde kalacak ve o kumenin dahili referanslariyla ayakta durmaya calisiyor. benim dedigim bu kumenin disina cikilmasi gerektigi. dini kitaplar konusunda, kuranda mesela, boyle bir dar cember var: birtakim iddialar var, iddialar bizim normal bilgi edinme yollarimizla onaylanamiyor(sezgi bilgi edinme yoludur ama yete sebep degil), onun yerine o kitabin dogruluguna inanmamiz lazim. kitabin dogruluguna inanmamizin nedeni ise kitabin allah tarafindan gonderilmesi, allahin da dogasi geregi herseyi bildigi. ama kitabin allah tarafindan gonderilmesi de, allahin herseyi bilmesi de, yine sadece ve sadece o kitapta yazan seyler, ben bu bilgileri baska yerlerden ogrenemiyorum, destek dahi alamiyorum. e burada basit bir dongu var, bu donguyu asmak icin ornegin, isanin yeniden dirilip bir mucize yaratmasi yeterli olabilir. cunku onu gozlemlerim ve bu gozlemlerim aradigim seviyede bir harici referans olmus olur. aptalca bir ornek oldu cunku demek istedigim "ben gozumle gormeden inanmam" da degil, ama en azindan destek olunacak seyler lazim. mesela guzel bir ornek, fiziksel sabitlerin sans eseri bu degerlerine sahip olamayacaklari, paralel evren diye birsey de olmadigi,dolayisiyla bir seyin bu evreni bizim icin ayarlamis olmasi gerektigi. deductive bir mantik olmasa da bir destektir. "

bahsi geçen türde harici noktalar var tabii ki. "kitab'da yazanlar doğrudur, çünki kitab'da yazıyor" gibi bir durumla sınırlandırılmış değiliz. elbette harici noktaların hiçbiri kimseyi inanmaya zorlamıyor, insan isterse her şeye bir alternatif açıklama getirebilir, bir kulp takabilir. tuhaf görünecek belki, ama harici noktaların birincisi kitab'ın kendisi. kur'an hz. peygamber'in mucizeleri arasında sayılır. sadece "bakın dedenizle nineniz cennet'teydi, şeytan'a uydular fena oldu. akıllı olun..." demiyor. insan sözü olması sözkonusu olmayan mucizevi bir kelam (hemen not edelim, diğer mucizeler gibi, buna da "yok öyle değil, saylanmaz" diyebileceğinizi gözardı etmiyoruz). belagatiyle mucizevi. hz. peygamber'in dönemi arap edebiyatının zirvede olduğu bir dönem, şiir bir hayli revaçta. en usta şairlerin eserleri kabe duvarında sergileniyor. kendi dilleri, toplumları, dönemleri itibariyle "şiirin efendileri" denebilecek kişiler, kur'an nazil olduktan sonra, şiirlerini kabe duvarından elleriyle ilgileniyorlar. duyanlar "bu insan sözü olamaz" diyor. geçmişten ve gelecekten verdiği haberlerle mucizevi. tek örnek zikredip geçeceğim: hudeybiye antlaşması görünüşte müslümanların aleyhine. oysa fetih suresinde zafer olarak vasıflandırılıyor ve gerçekten de sonuçlarıyla bir zafere dönüşüyor. ikinci harici nokta efendimiz'in kişiliği, güvenilirliği. "aynı mantıkla mesela buda'ya da inanılabilir" diyeceksiniz, ama en azından yalan söylemiş olması ihtimalini listenin en altına indirir bu. üçüncü nokta mucizeler. dördüncü nokta evren. (üçüncü ve dördüncü noktaları açıklamayacağım, yerim dar, uykum var. mucizelerin neler olduğunu merak eden eminim hz. google'dan bilgi edinebilir.)

*

"ulan tamam, dogaustu mogaustu olabilir, olmaz diye birsey yok, ama bu spesifik haliyle (islamiyet, hristiyanlik, her ne ise), ockhamin usturasini kullanirim, ayni fenomeni mekanizmasini anladigim dunyevi bir neden acikliyorsa ona itibar ederim daha cok. daha cok bak, yuzde yuz degil, oyle bir kesinlik olamaz."

bu bir seçim. dünyevi olana daha çok itibar etmek zorunda değilsiniz. tercih meselesi, diyecek bir şey yok...

*

"tabii ispatlamak zorunda olmakla, teorik olarak dunyada insan sayisi kadar mantik vardir demek ayri seyler. ben ikincisine inanmiyorum, nitekim bazi mantiki dizgiler matematige indirgenebilirler ve iste o noktada da "evet butun akilli insanlar ayni seyi dusunuyor" diyebiliriz, cunku 2+2 her yerde 4'tur. bunun disinda matematigi birak, normal gozlemle dahi bunun zayif bir durus oldugu gorulebilir. sizofren biri de kendi mantigi icinde tutarlidir, napolyon oldugunu iddia eden bir deli, kendi ufak referans kumesi icinde kendi fantastik mantik kurgusuyla ayakta durabiliyor diye onu kendiniz kadar, yahut hz muhammed kadar ciddiye alacak degilsiniz. hele ki o adamin sizofrenisinin fiziksel kanitlarina sahipseniz beyin taramalariyla, yuzde yuz tekrar edilebilirligi olan testlerle filan. butun pskiyatri alanini bosverip gidelim o zaman. haa bunu yapmaya calisan olmamis da degil (bkz: labeling theory)."

dünyada insan sayısı kadar mantık vardır demedim. aynı mantık kurallarına uyan insanlar pek çok konuda farklı farklı fikirlere varıyorlar. aristo da, gazali de, kant da aynı mantığı kullanıyorlardı, 2+2 o zaman da 4 ediyordu, ama bu bir sürü insanın ak dediğine bir sürü insanın kara demesine engel olmadı. dikkat buyrulursa "bir araba gibi düşünün, falan arabasına biner hanya'ya gider, filan arabasına biner, konya'ya gider ... feşmekanın arabası ise bozuktur, hiçbir yere gidemez" diyorum. tutarlı tutarsız, mantıklı mantıksız, akıllı deli herkesi aynı derecede ciddiye alın da demedim. "2+2=?" probleminden daha karmaşık konulara yöneldikçe aynı derecede mantıklı insanların vardığı sonuçlar giderek daha fazla çeşitlilik gösteriyor. hangisine ne kadar itibar ettiğiniz de seçim meselesi.

*

" `bilim, inançların kesinliğine ulaştığı zaman gelin size bir çay ısmarlayayım.´ acik isterim. bu yargiyi baglam icinde degerlendirmek gerekir. epistemoloji acisindan, yani insanin bilgi edinmesi acisindan bilim inanclardan daha kesindir."

bilimin kesin olmamasından bahsederken kastım şuydu: "aslen bilimsel yontemin, birak din icin, dogal bilimler icin dahi bu yontemi ancak bir disclaimer esliginde kullanmasi. o da sudur: kesin bilgi iddiasinda degiliz, su anda bildiklerimize gore getirebilecegimiz en uygun aciklamayi getiriyoruz. haaaa, yani neymis, zaten bilgi esittir kesin yargi diye bir iddia hic olamaz" bağlamı ıskalamış olabilirim, sorun değil, çeyrek altınla isterseniz çay banyosu bile ısmarlayabilirim.

*

"`gerçeğin ne olduğu konusundaki görüşlerin herbiri, ancak söyleyeni ve onun bakış açısını paylaşanları bağlayan, kerameti kendinden menkul söylemlerdir.´
onceki soylemlerimiz bu durusa da cevap niteliginde: benim illa kesin bir yargiya ulasma derdim yoksa, her sey de ayni kefede degil, boyle mutlak bir subjektivist platformda yasamiiyoruz, aklimizda ucan spagetti canavarlariyla allaha ayni olasiliklari atamiyor."

anlatamadım sanıyorum, spagetti dininden biri için sizin neye hangi olasılığı atadığınızın bir önemi yok. gerçek hakkında kararsız kalmaktan bahsetmiyorum, konu sizin neyi hangi kefeye koyduğunuz değil, kefeye koyma prosedürleri farklıysa, sizin prosedürünüzü uygulamayan biri için olasılık skalanız bir değer ifade etmez.

*

"ilk kisim diyor ki peygamberi incelemisler, ilahi bir aciklamadan baskasini uygun gorememisler. simdi ayni mantikla, epilepsi hastasi bir samanin da, kendisini yakindan taniyan koy sakinleri tarafindan dogaustu diye nitelendirilmesine en ufak bir itirazimiz olmamasi lazim. daha dogrusu iki durum da ayni gecerlilikte. oysaki bunlar bir mumine gore celiskili inanclar. "

öncelikle şunu söyleyeyim mekke müşriklerinin seçenekleri değerlendirmesi konusunu bir şeyi ispatlamak için yazmadım, sadece daha önce yapılmış bir seçenek değerlendirme örneği olarak not ettim. eksik bir not oldu ayrıca, hz. peygamber hakkında karar vermek için yapılmış bir toplantı değildi, kararlarını zaten vermişlerdi, hac mevsiminde yapacakları menfi propaganda için ortak söylem geliştirmeye çalışıyorlardı. yine de birinin yaşadığı toplumda deli olarak görülmemesi ceffelkalem çizilip atılacak bir veri değil.

şamanın kabile tarafından doğaüstü görülmesinde tuhaf bir şey yok. ama iki durumu aynı geçerlilikte görmek için ikisine de aynı mesafede bir noktadan bakmanız gerek. inançlar çelişkili, çünki birine inanıyoruz, diğerine inanmıyoruz. "şaman davranışı sergileyen birini kabilesi onaylamışsa, o kişi haklıdır" diye bir şey söylemedik, inanma sebebimiz kabilenin onayı değil. öyle olsaydı aynı anda çok farklı bir sürü şeye birden inanmamız gerekirdi. kaldı ki şamanla peygamberi karşılaştırmak saçma bir tavır, ikisi birbirine maydonozla çınar ağacı kadar bile benzemez. medeni hukuk ve ceza hukuku vaz' eden bir şaman var mı?

*

"ikincisi, kendisini degerlendirenler 21. yydaki bir tip akademisi uyeleri degildi. orneing hz muhammedin cok hafif bir sara durumu olsaydi, yani agzindan kopukler sacan biri olmasaydi, ondaki durumu anlayacak vasiflari, imkanlari yoktu."

mekke devlet hastanesinden alınan heyet raporuna göre hz. peygamber'in saralı olmadığı tespit edilmiştir demedim. hz. peygamber toplumu tarafından deli olarak algılanan biri değildi dedim. saradan bahsetmedim. nörolojik hastalıklarla psikiyatrik hastalıkların farkını açıklamaya gerek var mı? hz. peygamber ağzından köpükler saçan, konvülziyon geçiren bir grand mal epilepsi hastası olsaydı bile onu deli olarak algılamayacaklardı. tabii 21. yüzyıl tıp akademisi üyelerinin otoritesi de bir yere kadar. vakti zamanında galen bunlardan çok daha otoriteydi, şimdi yerinde yeller esiyor. tıp bu hızla ilerlemeye devam ederse şimdikileri hatırlayan bile kalmayabilir bir gün.

*

"ucuncu olarak, argumanin standart zayif noktasi, boyle bir olayin gercekligini ve icerigini nasil bilecegimiz. yani kimin kimi nasil inceleyip hangi sonuca vardigi hakkindaki kaynaklar ne kadar guvenilir? bu herhangi bir tarihi konuda sorulmasi gereken ilk soru zaten."

evet, bu bir argüman olsaydı öyle olurdu. hz. peygamber hakkında uydurulmuş bir sürü şey var, rivayeti kaynak kritiği açısından değerlendirebilecek durumda değilim, ama bu da onlardan biri olsa bile pozisyonumuz değişmiyor.

eksik gedik, hatalı, unutulmuş, atlanmış bir sürü şey olabilir, varsa onları da "bırak dağınık kalsın" fehvasınca olduğu gibi bırakacağım. bu iş tahminimden fazla vakit aldı, başka işlerim de var. sürç-i lisan ettikse affola. cenab-ı hak hatamızı, günahımızı adı güzel muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) hürmetine bağışlaya.

temmet nihayet (oh be bitti).

not: başlığı çok suistimal ettik, keffaret olur ümidiyle sözü bir bkz.la bitirmek istiyorum.

(bkz: salat-ı ümmiye)

edit: bir iki link koyalım şuraya...

http://www.islamiyet.gen.tr/sifatlari.php
http://sevde.de/islam_ans/m/m2/mucize.htm
http://www.dinimizislam.com/detay.asp?aid=413
http://www.istanbulmuftulugu.gov.tr/...lar/itikat.htm

son linke bakılırsa, mucize peygamberlik şartları arasında sayılmıyor. hafıza tazelemem gerekiyor sanırım. yüksekten atmanın cezası... estağfirullah, vallahu a'lemu bi's-savab...

bi daa edit: kesin bir yargıya ulaşmaya çalışmayıp bir olasılık skalası üzerinde çalışarak ancak zann elde edersiniz, iman değil. inanç kelimesi iman anlamında kullanıldığında, sözkonusu olabilecek olasılık değerleri 0 ve 1 ile sınırlı. "0,99 doğru" bir inanç değildir, şüphedir.
(sirkencubin, 24.05.2007 00:10 ~ 08:16)


nûr-ı aynım olur kendisi, hakkında reva görülen herzelerden, bunları ortalığa ifrağ eden hezele güruhundan fersah fersah berîdir. salât ve selam ona, âilne ve eshabına olsun, anam babam kendisine feda olsun. bin milyon tanesini toplasan, ayağının değdiği bir kum tanesi kadar kıymet ifade etmeyecek kepazeleri allah'a havale ediyorum, yâ rabbenâ, bunları ıslah eyle, ıslah olmazlar ise kahhar ism-i şerifinle kahreyle, nârını tattır, azaba kandır.

kanun hükmünü icra etmede olduğu halde bile, bunlara göz yumanların, rıza gösterenlerin de gözlerini aç, hallerini ıslah eyle. inat edip ıslah olmazlar ise, suç ortaklarıyla birlikte haşreyle.

hakkınızı helal edin yarenler, esselamü alâ meni't-tebea'l-hudâ...
(sirkencubin 25/10/2011 08:23)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder