radikal-online'ın bugünki manşeti. yargıtay 4. ceza dairesi başkanı fadıl inan
tarafından başörtülü bir sanığın duruşmadan çıkarılması hadisesi.
(sirkencubin, 07.11.2003 09:55)
ahalinin, kurguladıkları modernite oyununa şevkle katılmasını arzu
eden, ama gariplerimin hevesini
kaçırmak için ne lazımsa yapmaktan geri durmayan devletlûların başka bir hikmetamiz
icraatı. gerçekten size katılmamızı
istiyorsanız, bize oynayabileceğimiz bir rol vermelisiniz. daha çok ezerek daha "başarılı" olamazsınız. anladık, bizim olduğumuz ve olmak istediğimiz
şeyi olmayacaksınız, peki bizim sizin
olmamızı istediğiniz şeyi olacağımızı nereden çıkarıyorsunuz? saçmalamayın, gidip beş çayınızı demleyin, "sahip".
(sirkencubin, 08.11.2003 01:13)
hakimiyet her ne kadar millete ait ise de (evet, malesef
öyle, bizzat atatürk vermiş bu hakkı millete ve korkarım bunu değiştirme şansımız yok) son seksen sene zarfında henüz rüşdünü kazanma emaresi
göstermediğinden, hatta farik ve
mümeyyiz bile sayılamayacağından (ve dahi bizim dediğimiz gibi
formatlanmadığı sürece ilanihaye sayılması ihtimali bulunmadığından); milletin vasisi ve velisi ve hatta velinimeti
olarak ve milleti temsilen hakimiyeti devlet babanın kullanması yerinde olduğundan, ve fakat devlet mücerred bir fikir olmakla
birlikte onun cismani varlığını başta temsil eden devletin babası, cumhurun mümessili (ayriyeten hâkim bir de) olan zât, son günlerdeki
etvarı ile milletin takip etmesi icap eden güzergahı zımnen işaret buyurmuş
olduklarından, keza yine devletin
cismani varlığını saniyen temsil eden, binaenaleyh
aynen cumhurun mümessili sayılması icap eden hakimlerin eliyle hakimiyetin
icrası esas olmakla, cumhurun iradesinin hakimde tecelli edeceği aşikar bulunmaktadır
(yetki bende yani). kaza heyetinin
reisi, maznunenin cumhurun vicdanını rencide edecek bir remiz taşımakta olduğu halde
mahkemeye girmekle infial uyandırabilecek
müfsid bir fiil işlemiş bulunduğuna kanaat getirmiştir. maznune işbu remzi gidermediği takdirde duruşmaya iştirak edemeyecektir (çık'şarı!)..."
demiş
olabileceği tahmin edilebilecek olan yargıcın yasağı.
(sirkencubin, 08.11.2003 02:33)
hiç bir meseleyi sakin bir kafayla çözemediğimizi, zaten meselelerin çoğunun sakin bir kafayla
düşünemiyor olmamızdan kaynaklanan sanal meseleler olduğunu, ağzı olanın konuştuğunu, beyni olanın ise sustuğunu yahut kalabalıkta
işitilmediğini, bazen de kaale
alınmadığını, zihinlerimizin dalgalanma halinde olduğunu yeniden
hatırlamamıza vesile olmuş bir meseledir.
aklıma takılan noktalarda kısa kısa fikir yürütmek
istiyorum. "başörtülü ve hipokrat yemini etmiş olmasına rağmen erkek hastaya bakmayan bayan doktorlar" kimler ve neredeler? bu
iş biraz
beni ilgilendiriyor ve iki üç hatırlatmada bulunmam gerekiyor galiba. birincisi hipokrat yemini sembolik bir ritüel, bir
tür gelenek, ama kişilerin vicdanından öte bir bağlayıcılığı yok. bağlayıcılığı olan bir şey varsa
mesleki etiktir, hukuktur, doktorlarla
ilgili her sözün başına hipokrat lafı eklemenin mânâsı nedir? ben yemin etmedim, istediğimi yapabilir miyim? iki, hastanın hekimi, hekimin de hastasını seçme hakkı vardır. her
hasta bir hekimi kabul veya reddedebilir, her hekim de bir hastayı kabul veya
reddedebilir, bunun istisnası vak'anın acil olması veya hekimin ulaşılabilir bir
mesafedeki tek/ son hekim olmasıdır. bunun
dışında
hekim de hasta da herhangi bir mülahaza ile birbirlerini reddedebilirler. üç, bunlar bir yana erkek
hastaya bakmayan bayan doktor diye bir şey yok. belirli
özel sağlık
kurumlarında poliklinikler hastalara hemcinsleri olan hekimlerin bakacağı şekilde
düzenlenmiş olabilir, sağlık hizmetinde bir
aksamaya yol açmadığı sürece bunun bir
mahzuru yoktur, hatta hasta-hekim
iletişimini
destekleyen bir uygulama olarak olumlu bile sayılabilir. bu tür düzenlemelerin yapıldığı polikliniklerin dışında
hekimler hastalarını muayene ederken cinsiyetlerine bakmamaktadır. insanın böyle bir iddiada bulunması için
haklarında konuştuğu kişileri hiç tanımaması lazım. rüyanızda mı görünüyorsunuz bu hekimleri? bırakın muayene etmemeyi, kadın
hastaya dokunmam tıbben gerekmiyorsa dokunmam, gerekiyorsa dokunurum. üç parmağımla yapabileceğim bir şey için dört parmak kullanmam, ama gerektiği yerde gereken bütün teknikleri uygularım. doktor hanımların da böyle yaptıklarını biliyorum.
iftira etmeyin kimseye.
"mahkemede sanık olarak yargılanan birinin
kamu görevlisi muamelesine tabi tutulup bir takım afaki nedenlerle başını örtmesine izin
verilmemesi" abes tabii, ama kamu
görevlilerinin ve öğrencilerin baş örtmelerine izin verilmemesinin gerekçeleri de afaki
zaten. ama sebepleri değil, gerekçeleri. biz biliyoruz ki mesele ne başörtüsüdür, ne ideolojik semboldür. mesele hazımsızlıktır, ama
bunu böylece söyleyemeyenler böyle mazeretlerin arkasına sığınmaktadır. buradan 3x1 maden suyu reçete etmek isterim
saygıdeğer
devletlûlara. biz hukukun üzerine bir
bardak soğuk
suyumuzu içerken, onlar da biraz hazım
sistemlerini rahatlatmayı deneyebilirler.
"yüzü örtülü" deniyor, ben mi bir şeyi atladım, hakim yoksa sanığı peçe taktığı için mi salondan çıkarmış?
"sistemin tanıdığı din özgürlüğü, inancın sınırsızlığı yanında, eyleme yönelik olarak da serbestçe kullanılıyor"muş. hadi ya?
"din bakımından gösterilen aşırı ve çarpık
duyarlılık" kime göre, neye göre
aşırı ve
çarpık? bana göre de hakim beyin zihniyeti
aşırı ve
çarpık.
"hakimin yorumu" yoruyor bizi... düşünüyorum da, başı açık gezmek pozitivizmi simgeliyor, hakim beyler bu ideolojik sembol üzerinde de
hassasiyet göstermeli, herhangi bir başlık giymeyen insanları kamu alanlarından uzak
tutmalı.
"inzibat" nedir allah aşkına? duruşmanın seyrine mani olacak bir arbede mi meydana
gelmiş, birileri slogan mı atmış, nasıl
bozulmuş
bu inzibat? görünen o ki hakim beyin
zihninde olup bitiyor her şey, orada bozuluyor inzibat. kendi
peşin
hükmü yüzünden başörtüsünü bir tür
sessiz slogan gibi algılıyor ve kafatasının arasında yankılanan çığlıklar
inzibatı bozuyor...
"başörtüsü"
nedir, "türban" nedir, bir türlü bir anlaşılamadı gitti. türkçe'nin de içine ettiniz be kardeşim. sözkonusu örtüye başörtüsü denir. eşarp da denebilir, türban denmez. türban diye sihlerin sardığı malum ve maruf sarığa
ve dahi bu sarıktan mülhem olarak hazırlanan ve örneğini sayın emine beder
hanımefendi'nin başında görebileceğimiz
hanım başlığına denir. hatırladığım
kadarı ile bu kelimeyi bir hata olarak başörtülüler attı ilk defa ortaya. başörtüsü ile derse girmeleri engellendiği zaman, "başörtüsü değil bu, türban; türban serbesttir" gibi bir savunma ile yasaktan
sıyrılmayı denediler. bir işe yaramadı tabii, ama
birilerinin çok işine yaradı. sıkıştıkları zaman
kaçabilecekleri bir yan yol oldu. halkın
hiç bu işlerle
ilgisi olmayan büyük çoğunluğunun da başını örttüğü ve başını örtme fiilinin
temelde ortak bir takım sebeplere dayandığı gerçeğini inkar edebilmek için mazeret olarak kullanılıyor türban
kelimesi: "hayır efendim, o başörtüsü, bu
türban". değil. hepsi başörtüsü, insanların başlarını örterken niyetlerinin ne olduğunu
gösterecek bir cihaz icat edemediyseniz henüz, ya köydeki ninemi de militan sayacaksınız veya başını örtene karışmayacaksınız. işin ilginç tarafı refah hükümetinin gereksiz ve
beyinsizce hareketleri ile laikçi kesimin aynı sığlıktaki tepkileri ile işler
böyle son haddine kadar gerilmeden önce,
yine memure hanımların ve öğrencilerin başlarını örtmesi mesele olabiliyordu, ama hizmetli personel her zaman devlet dairesinde
başı
örtülü olarak çalışabiliyordu. şu renk ayrımcılığı
meselesi ile birlikte bunu da hatırlayın düşünürken. bakalım nereye varacaksınız?
"türkiye cumhuriyet başbakanı türkiyeyi
dünyaya rezil etmek için elinden geleni ardına koymuyo" deniyor ve maalesef aynen öyle. iktidar
partisinin ve zihniyetini paylaşanların da gözden geçirmeleri gereken bir çok
yönleri var.
"ramazan ayında sokakta su bile içilemezken
olmasını çok garipsemediğim yasak" demiş biri, ben dün sokakta bira içen birini gördüm, artık bu
yasağı
garipseyebilir miyim, izin var mı?
(sirkencubin, 09.11.2003 01:18 ~ 13:28)
giderek şirazeden çıkmış bulunan bir tartışma konusudur.
bu tartışma vesilesiyle, mesela aslında teknik bir terim olan özgürlüğün ödev kavramıyla
çeliştiğini öğreniyoruz. iyi özgürlük
ne peki? canının istediğini yapmak mı, canının
istediğini
yapmaya yönelten güdüleri kontrol altına alıp yapmak gerekenleri yapmak mı? yorumları muhtemelen islamınkiler ile
örtüşmeyecek
olsa da, yine de faydası olabilir düşüncesi ile ve vuran
yerleri biraz genişlesin diye kalıplanmak üzere, vak'ayı felsefe bilen arkadaşlara havale ediyoruz.
yine bu tartışma vesilesi ile insanların dini vecibelerini yerine getirmelerinin birilerinin keyfine
bağlı
olduğunu öğreniyoruz. arkadaşların uyguladıkları
prensip laiklik. laiklik de, ilkokul
birinci sınıfta öğretmenimizin söylediği ve bunca zamandır daha kapsamlı ve tutarlı bir tarifine rastlayamadığım şekliyle, din ve devlet işlerinin ayrılması, dinin devlete, devletin dine karışmaması. farz edelim ki öyle, imdi arkadaşlar diyorlar ki, "siz dinin devlete müdahalesini
savunuyorsunuz, bu yanlış", ama mevcut halde siz de devletin dine
müdahalesini savunuyorsunuz. esas aldığınız prensibe göre bu da yanlış, şu halde kendinizle çelişiyorsunuz.
yine enteresan bir mantık silsilesi neticesinde, insan
haklarının dinden kaynaklanmadığını ve tam olarak bu sebepten din mensuplarının insan haklarına sahip olmadıklarını öğreniyoruz. anlamıştık zaten,
bizi insan yerine koymadığınızdan belliydi.
aldığımız faydalı anayasa dersi, bize dini pratiklerin din istismarı olduğunu öğretiyor. istismarsız bir din nasıl olur, onu öğretmiyor ama...
ha, baş örtmek karşı devrimcilikmiş, bunu da öğrendik. akşam eve gidince anneme
de söyleyim, o da öğrensin karşı devrimci
olduğunu.
(sirkencubin, 17.11.2003 10:10)