"mmmh, sabah olmuş... anee saat ne kadar erken, altı
üstü altı saat uyumuşum, ama zımba gibiyim..." bunların yarısını yatakta, yarısını
ayakta düşünürsünüz, zira kemiklerinizi hamur eden uyuşukluktan eser yoktur. "yine
mi sabah oldu yaaaa, offff"lardan eser yoktur, çocuk gibi neş'e içinde
uyanırsınız. ama hepsi bu değil, gözümü açıp da pencereden kulaklıtaş tepesinin
çıplak kayalarını gördüğümde, kendi çocukluğumun masal gibi, rüya gibi tüller ardında
kalmış günlerine, oradan daha uzak geçmiş zamanlara, bilmediğim, ama yakından
tanıdığım çağlara uzanır içimde bir şeyler. rahmetli dedemi hatırlarım, onun
babasının, dedesinin, cedlerinin o dağlarda dolaştığını düşünürken, topraktan
fışkıran bir şey damarlarımda dolaşır. köyde evler, nasıl taşlar gibi, ağaçlar
gibi toprağın ve dağların tabii uzantıları ise, ben de asırlar boyunca yaşamış
cedlerimin bugünki devamı olduğumu hissederim. insanı çevreye, varlığa bağlayan
güçlü bir his bu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder