1 Kasım 2011 Salı

öz kültürünü korumayı irtica sanmak

iki medeniyet arasında kalmış gayretkeş kişilerin sıklıkla yaptıkları bir hatadır. grek siteleri ve roma devleti dönemine kadar uzanan ve kendine has özellikleri olan sınıflı toplum şeklini tanımayan, ortaçağ'ın kilise baskısı dönemini yaşamamış, rönesans, reform, aydınlanma gibi süreçleri geçirmemiş bir toplumu, şeklî bir takım değişikliklerle avrupalı/ batılı yapabileceklerini hâlâ safdilane bir şekilde savunan kişilerdir bunlar. çoğu aslında iyi niyetli olsa da, şuursuz ve şartlanmış bir şekilde davranırlar, bekledikleri sonuçları alamadıklarını, toplumu benimsedikleri projelere göre yeniden formatlamakta başarısız olduklarını gördükçe de hırçınlaşırlar. bir milletin kültürü tarih içinde şekillenen, çeşitli iç ve dış faktörlerden etkilenmekle birlikte kendi tabiî seyrini takip eden bir varlıktır, zorlama yoluyla değiştirilmeye çalışıldığı zaman dayatılan yenilikleri kusar.

zor zamanlarda (mesela türkiye'nin 1683'ten 1922'ye kadarki tecrübeleri gibi) kendini koruma refleksi, kendine de zarar verebilen şiddetli bir içe kapanma ve kendini tekrarlama eğilimi şeklinde ortaya çıkabilir. böyle bir tepkiye kapılan toplum elzem veya fuzuli, faydalı veya zararlı her yeniliği reddetme eğilimi gösterir. iktidar alanında kendisini beklediği şekilde temsil edebilen, kendi dilini konuşan ve anlayabilen aydınları bulamadığı halde ise tepkisiye kendine de zarar vermeye başlayabilir. böyle bir durumda aydınlara düşen, toplumu aşağılayarak cebir ve tahakküm yoluyla ve toplum mühendisliği tarzında bir çalışma ile değişmeye zorlamak olmamalıdır. kültür, değil bir şahsın, bir grubun, bir neslin planlamasıyla bile oluşup gelişemeyecek kadar kompleks bir varlıktır. hiçbir zaman tamamen kendi haline bırakılması düşünülemese de belirli bir tarafa inat ve ısrarla yönlendirmeye çalışılması da zarardan hâli değildir.

türkiye örneğinde, toplumun batı medeniyeti karşısında gündeme gelen yeniliklere karşı ilk tepkisi topyekün reddetmek olmuş, ancak zaman içerisinde bu tepki dengelenmeye başlamıştır. birinci dünya savaşı yıllarına gelindiğinde en hızlı garbçısından en koyu islamcısına kadar herkes batı'dan bir şeyler alınması hususunda hemfikirdir. ancak hadiselerin seyri halkın bu sürece sağlıklı bir şekilde katılmasına imkan vermemiştir. halkın hissî tavırlar ve tepkiler yoluyla kendi varlığını korumaya çalışması bir yere kadar olumlu sonuçlar verirken, halkın değerlerini benimsemiş aydınlar tarafından rehberlik görmediği zaman kendi bildiğini yapmak zorunda kalan halk tarafından uç noktalara da taşınabilir. yerleşik din eğitimi sürecini ortadan kaldırırsanız, halk bu eğitimi kendi imkanlarıyla ve kendi bildiği gibi yapmaya başlar, sonuçtan şikayet etme hakkınız olmaz. millî bir mimari anlayışı ile halka örnek olmazsanız o kendi bildiği gibi beton kubbeler ile şehirleri kuşatır, söyleyebilecek sözünüz olmaz. müzik konusunda aşırı müdahaleci olmanız arabeski ortaya çıkarır. kılık kıyafet konusundaki zorlamanız fatih sokaklarında görmekten şikayetçi olduğunuz zevksiz cübbe modellerini meydana getirir. örnekler sayılamayacak kadar çoktur ve türk kültür hayatı batıcı aydın-muhafazakar halk ikilisi tarafından baltalanmaya devam etmektedir. aydınlar halka "muhafaza etmenin" daha olumlu örneklerini sunabilene kadar da devam edeceğinden şüphe duyulmamalıdır.

kültür, tarifi üzerinde neredeyse hiç ittifak olmayan çok tartışmalı bir kavram olmakla birlikte, her ülkede ve her çağda inançlarla ilişkili taraflarının olduğu inkar edilemez. halkın inandığına inanmıyor olabilirsiniz, ama kültür konusunda yeni bir şey ortaya koyarken onun inandıklarını hesaba katmazsanız yenilikleriniz elinizde patlayabilir.

derin mevzudur, mümtaz turhan'ın kültür değişmeleri adlı eserinde oldukça güzel işlenmektedir. keza beşir ayvazoğlu'nun geleneğin direnişi adlı kitabı da konuya "başka bir açıdan" bakabilmek için okunmasında fayda olan bir eserdir.
(sirkencubin, 04.06.2003 13:39 ~ 13:42)


bir örneği de meslekî ihtiyaç sebebiyle bile olsa arap harfli türk yazısını okuyabilenlerin varlığı karşısında hayrete kapılan, dehşete düşen akademisyenlerin tavrında görülebilir. türklerin ancak 1928'den beri yazı yazan bir millet olduğunu sanırlar.
(sirkencubin, 04.06.2003 14:34)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder