burada din karşıtı derken ne kastedildiğinin anlaşılması önemli. dinsizlerden, dindar olmayanlardan nefret eden dindar ahali rahatsız edici duruyor, ama dinden ve dindarlardan nefret edenlerden nefret eden dindar ahali gayet normal bir ahali olsa gerek.
(sirkencubin, 28.03.2008 08:29)
nefret seviyesine ulaşsın ya da ulaşmasın, karşılıklı sorunlar, kısmen tarafların birbirini doğru anlamamasından kaynaklanıyor. özellikle kendilerini din karşıtı olarak konumlandıran insanların dindarların düşünce şeklini pek anlamadığını düşünüyorum, bu da sorunların şiddetlenmesiyle sonuçlanıyor. burda en önemli engel, epistemik özgürlük kavramının ıskalanması. din karşıtları konuyu kendi açılarından açıklamaya başladıkları zaman, bütün insanlar için ortak, evrensel ve tam olarak objektif bir zeminde durduklarını ve söylediklerinin, kendileri için ne kadar geçerlilik taşıyorsa dindarlar için de o kadar geçerlilik taşıması gerektiğini sanıyorlar, bu yüzden adil olduğunu düşündükleri bakış açısının bir dayatma olduğunu fark etmiyorlar. kısacası, felsefi anlamda bilimin ve aklın yolu diye isimlendirdiğiniz dünya görüşünün, dinsel dogmalar dediğiniz dünya görüşüne bir üstünlüğü yok. buna uymak zorundasın, çünki bu bilimsel ve akılcı dediğiniz zaman oluşturduğunuz etki, biri size buna uymak zorundasın çünki bu tanrının buyruğu dediği zaman sizde oluşan etkiye benzer bir etki.
din karşıtlarının sürekli ıskaladığı ikinci önemli nokta, dinin bir dindarın hayatında oynadığı rol. sürekli din bireysel bir hayat felsefesi, bir tür hobiymiş gibi davranılıyor. farzedin ki kafayı feng shui gibi bir şeyle bozdum, bütün özel hayatımı buna göre düzenliyorum, ama bu sadece ve sadece benim kişisel meselem, başka insanlarla ilişkilerime sınırlı olarak taşınabilir, toplum ve devlet alanına taşınamaz, bir tür işletim sistemi, ortak alan için bir düzenleme olamaz. din için tanınan alan da buna benziyor. oysa en azından bir müslüman için din bundan çok daha fazla bir şey. sizin sömürü ya da simge olarak algıladığınız birçok şey aslında bizim rutinlerimiz, ama kendi ülkenizin kültürüne o kadar yabancılaşmışsınız ki bazınız, neyi neden yaptığımızı anlamaya yaklaşamıyorsunuz bile. üstelik sürekli şüphe ediyorsunuz, bir şey anlatmaya kalktığımız zaman dinlemek yerine, kendi varsayımlarınıza göre bize kafanızda replik yazıyorsunuz. bu bağlamda din ve iktidar kavramı arasında kurduğunuz bağlantılar da çok gerçekçi değil, yahut paradigmadan paradigmaya tercüme edilirken anlam kaymasına uğruyor denebilir. sonuç olarak dindarları muhatap aldığınız zaman, onları teori alanında bastırmaya çalışmak yerine, teorik alandaki çözümsüz çelişkileri baştan kabullenir ve pratiğe yönelik bir uzlaşmayı hedeflerseniz, çok daha yapıcı olursunuz. pratikte neyin uygulanabilir olduğu konusunda fikirler o kadar da çelişkili değil, ama teori tartışmalarından buna bir türlü sıra gelmiyor.
(sirkencubin, 28.03.2008 16:53)
dindar ahalide nefret dinamiklerini ateşleyen, karşıt düşüncelerden çok, bu düşüncelerin eyleme dökülme biçimidir. kaldı ki birinin düşüncesinin bir başkasında nefret uyandırması da insani bir hal. misal düşüncelerim sözlük ahalisinin bir kısmının nefretini celbediyor olsa gerek ki oylaya oylaya butonları bozuyorlar bazen. dindar ahalinin kendisinden nefret etmesinden şikayet eden din karşıtı varsa, toplumsal tansiyonu düşürmek için iletişimin gerekli olduğuna inanılıyorsa, bunun yolu epistemik dayatma yönteminden vazgeçip ortak bir frekans aramaktır.
müslümanları bireylere indirgediğimizde neler olur diye bir soru soralım mı? dakka bir, gol bir. niye bireylere indirgiyoruz? dün akşam babama yeni neslin ahlak telakkilerini açıklamaya çalışıyordum, ne kastettiğimi anlatabilmek için biraz uğraşmam gerekti, bireysel ve ahlak kelimelerinin bir arada kullanılması, bu nesil için, ya da belirli çevreler için, bir oksimoron teşkil ediyor. bu düşünce türüne göre ahlak doğası gereği toplumsal bir şeydir. maalesef türkiye'de okur yazar takımının zihni tek kanallı çalışıyor, bu yüzden içinde yaşadıkları toplumun, birey-toplum dengesinde nerede durduğunu doğru algılayamıyorlar. kafalar tek bir sisteme kilitlenmiş, bu sistemin artı olarak kodladıkları artı olarak, eksi olarak kodladıkları eksi olarak algılanıyor ve bundan farklı bir durum olabileceği tasavvur edilemiyor. "daha bireysel" bir durum, "daha üstün" veya "daha doğru" bir durum değildir, her toplumun, her kültürün kendine ait bir karakteri vardır; bir toplumu, başka bir toplumun normali ile yargılamak hatadır. "daha bireysel" olmak, "daha sarışın" olmaktan çok farklı değildir. düşünce sisteminize yerleşmiş bulunan kültür daha bireyci bir toplumdan köken aldığı için, içinde yaşadığınız halkta bireycilik aramaktan, bulamayınca küçümsemekten veya toplumu daha bireyci yönde değiştirmeye yönelik mühendislik faaliyetlerine girişmekten vazgeçin, belki de karşınızdaki insanlar onları daha beyaz bir zenci olmaya zorladığınız için sinirleniyorlardır. "interdependant self" veya "identification" gibi kavramları hesaba katmazsanız, kendi toplumunuza trene bakar gibi bakarsınız ancak, "anladım yeldeğirmeni, ama suyu nereden geliyor" seviyesinde kalırsınız. bir düşünce biçiminin size ait bir düşünce biçimi olması için, kastettiğiniz anlamda kişisel, bireysel bir düşünce olması şart değil. kaldı ki, sayın moderenlerimizin düşünceleri de aslında çok da kişisel değildir, aranızda birkaç filozof olabilir belki, ama onları istisna edersek aslında serbest sandığınız düşünceler temelde yeniçağ düşünürlerinin görüşlerinin tekrarları, türevleri. şu dogmatik argümanını da bırakın artık bir tarafa. bütün düşünce sistemleri belirli dogmaları evirip çevirmek yoluyla elde edilen karmaşık totolojilerdir - totoloji değilse tutarsızdır. düşünmeye bir aksiyomdan başlamamak gibi bir şansınız yok, eleştirdiğiniz düşünce ne kadar dogmatikse, savunduğunuz düşünce de o kadar dogmatik. bunu gözardı ettiğiniz zaman, kendi dogmalarınızı dayatmış oluyorsunuz. düşüncelerin allah tarafından kazandırılmasından ne kastedildiğini anladığımdan emin değilim, ama böyle bir cümle kurmak hiç aklımdan geçmemişti. hayalinizdeki dindarlara hayali replikler yazmaktan vazgeçin de ne düşündüğümüzü bize sorun isterseniz, öyle daha verimli olur.
"aydınlanma'ya karşı din" denklemi, "budizm'e karşı şintoizm" denkleminden çok da farklı değildir. aydınlanma düşüncesi evrensel bir ortak zemin değildir, sadece farklı inançlardan bir tanesidir. budizm'e dayanarak şintoizm'i sorgulamak ne ifade ederse, aydınlanmaya dayanarak islam'ı sorgulamak da onu ifade eder. aydınlanma ispatlanmış bir gerçek, evrensel bir ortak zemin, diğer programların üstünde temel bir işletim sistemiymiş gibi davranmaya devam ederseniz, iletişemeyiz. budizm şintoizm'i ne kadar krize sokabilirse, aydınlanma da islam'ı o kadar krize sokabilir: hiç. düşünce sistemleri az çok kendi evrenlerinde izoledir ve başka sistemler tarafından çürütülemez. bir sistemi çürütmenin tek yolu kendi içinde tutarsız olduğunu göstermektir. sistemler krize girmez, ancak şartlara göre belirli sistemlerin insanları etkileme güçleri diğerlerinden fazla olabilir, bu da sistem mensuplarını krize sokabilir. sistemin krize girmesiyle mensuplarının krize girmesi aynı şey değil. moda örneğinden yararlanalım: farz edin ki bir adada, dünyanın kalanından uzak bir şekilde yaşıyorsunuz ve tekstil sektörünüz kimono konseptine bağlı. üretim, tüketim, pazarlama alanlarında oturmuş dengeleriniz var. mallarınız alıcıların bütün ihtiyaçlarını karşılıyor, her keseye ve her zevke hitap ediyor, hiçbir sıkıntınız yok, daha binlerce yıl bu sistemi sürdürebilirsiniz. fakat adaya kaftan-şalvar konseptine göre giyinen yabancılar çıkıp geliyor ve birden bire piyasa allak bullak oluyor. bir özenti dalgası toplumu yalayıp geçiyor, bir kesim hemen kıyafet değiştiriyor, bir başka kesim yeni kıyafetlere karşı şiddetli reaksiyon geliştiriyor, diğer bir kesim de kıyafet değiştirmek istemiyor, ama yeni kıyafetlerin etkisinde kalıyor, hakamalarını şalvar gibi kimononun altına giymeye başlıyorlar. insanların zevke dayalı tepkilerini hariç tutarak iki konsepti karşılaştırırsak, birinin diğerini iptal edecek bir tarafı yok, birbirlerine rağmen varolabilirler. hangisinin revaçta olacağını belirleyen tek faktör zevk dengesinin durumu. düşünce sistemlerinin rayicini belirleyen de, birinin diğerinden epistemik anlamda daha güçlü olmasından ziyade, hitap ettiği kitlenin zevk dengesi. estetik gibi inanç da sezgiye dayalı. islam, hristiyanlık veya aydınlanma dini arasında yapacağınız seçim, sezgisel kabullerinize bağlı, mantıksal bir çıkarıma değil. size bir aksiyomdan diğerine sıçrama yaptıracak bir tasım yok, birini seçiyorsunuz, sadece seçiyorsunuz. başka bir sistemin etkisinde kalıp çelişik iki sistemi uzlaştırmaya çalışan, kendi sistemini diğer sisteme göre açıklamaya çalışan kafası karışık insanların varlığı, sistemlerden hangisinin daha haklı olduğuna dair bir delil teşkil etmez. islam'ın kutsal kitabını, aydınlanma inancıyla sınamaya ihtiyacı yoktur. bilim doğa olaylarını araştırır ve kur'an bir fizik kitabı değildir. sizin bilime yüklediğiniz anlam, bilimin kendisinden fazla bir şey, bir inanç, bir tür din; bilim kilisesinin kendine güveni karşısında tereddüte düşen müslümanların varlığı sizi aldatmasın, benimsediğiniz sistemin, reddettiğiniz sistem karşısında epistemik anlamda bir üstünlüğü yok. evrim teorisini bir inanç şeklinde benimsemenizin sebebi, ilerlemeye ilişkin inancınızla uyumlu olması, doğaya bir anlam yakıştırma arayışında işe yarayan bir gereç olması, dünya görüşünüzü dayatmak için elverişli bir mazeret olması. bütün bilim teorilerini aynı hararetle savunmuyorsunuz, gazoz şişesini kutsal sayan yerliden ne kadar farkınız var, bir düşünün.
"musluman ahali modernlesmeye buyuk olcude karsi durdugu icin turkiye nin modernlesme sureci bazi kitleler uzerinde her daim huzursuzluk yarattı ve icten ice guclenerek zaman icinde bu gidisi degistirmek icin harekete gectiklerini biliyoruz."
şintoist ahali budizm'e büyük ölçüde karşı durduğu için japonya'nın budistleşme süreci bazı kitleler üzerinde her daim huzursuzluk yarattı ve içten içe güçlenerek zaman içinde bu gidişi değiştirmek için harekete geçtiklerini biliyoruz.
"islamı bagnazlıga varan bir sekilde yasamayi tercih eden kitle"
sensiniz bağnaz. modernizmi bağnazlığa varan bir şekilde yaşamayı tercih eden kitlesiniz hem de. neyin dinimizin özünden geldiğini, neyin bağnazlığa varan bir şekil olduğunu öğrenmek için, acaba size mi danışmalıyız, peygambere mi? din denen şeyi ne sanıyorsunuz arkadaşlar? yapmayın böyle...
"neticede bugun, halen ulkenin islami sartlar ile yonetilmesinin en iyi sonucu verecegini dusunen buyuk bir kitle mevcut."
"walla allah göndermiş islam diye bir şey, ama modernizim daha iyi sonuç veriyor, tek yıkamada daha beyaz beyazlar, daha parlak renkliler oluyor, sanırsam allah yanılmış biraz" diyecek halleri yok ya?
"bir diger guruh ise bu kitlenin dinsel inanısını kendi icinde yasaması gerektigini ve spirituel felsefe ile ulke yonetmeye calismanın buyuk bir risk oldugunu, eninde sonunda bir felaketle karsilasilacagini one suruyor. "
konuşuyoruz konuşuyoruz, bir adım ilerleyebilmiş değiliz. anlatamadık, dini kendi içinde yaşamak diye bir şey yok, islam dini birey-tanrı ilişkisi yanında, birey-birey, birey-toplum, birey-devlet, devlet-devlet ilişkilerini de yönlendirir. uygulamayı birey-tanrı ilişkisiyle sınırlandırdığınız zaman, dinin diğer kısımlarını yasaklamış/ baskılamış olursunuz. spiritüel felsefe nedir ya? yoga veya feng shui ile islam arasındaki farkı anlamadınız gitti. neyse ki yavaş yavaş sadede geliyoruz. neyin risk olduğu, neyin felaket olduğu konusunda iki tarafın algıları çelişiyor olabilir. sizin risk dediğiniz her şeyin bize göre de risk sayılması gerektiğini düşünmekten vazgeçmelisiniz. ancak bu pasajdan işimize yarayacak bir malzeme çıkardık: tarafların risk algısındaki farklılık. unutmazsak bu noktaya tekrar döneriz.
"... ambargolarla karsilasmasina sebep olacaktir."
ambargo pratiğe yönelik bir argüman, teorik çözümleme için kullanılamaz. önce sadece türkiye'nin varolduğu bir dünyada yaşadığımızı farz edip, türkiye'nin gerçeği nedir, bunu bir anlayalım. sonra dış dünyayı hesaba katınca ne gibi ayarlamalar yapmak gerektiğini düşünürüz. ambargo tehdidi din konusuyla ilgili bir argüman olsaydı, engizisyon tehdidi de dünyanın dönüp dönmediği ile ilgili bir argüman olurdu. ne var ki dünya galile'nin ne dediğinden bağımsız olarak dönüyor, galile ambargo korkusuyla yutkunsa bile.
"anladıgım kadarıyla islam ilk donemlerinde bugun oldugu kadar bagnaz degilmis. "
anlıyor musunuz, anlamıyor musunuz, anlamıyorum, ama anlaşamadığımızı anlıyorum, nedir bu bağnaz dediğiniz? orijinal islam ile bugünki islam arasında fark mı var? ne farklar var? nasıl oluyor da din karşıtları, din konusunu dindarlardan daha iyi biliyorlar? mesela temel kaynakları daha iyi mi araştırmışlar? sistem dinamiklerini daha iyi mi anlamışlar, daha sağlıklı bir muhakeme mi yürütüyorlar? yoksa a sistemini b sistemiyle yargılama faaliyetinden, kendilerine bir evrensel kabul edilirlik payı mı biçmişler?
"asiri baskici bir yonetim sekline, insanları korkutarak nizama sokmaya calisan bir paradigmaya donusmus. siyasete alet edilmesi, ulke yonetmeye kalkismasi ve yanıtını veremedigi ko0nuların uzerini ortmesi ile ortaya cıkan cozemedigi problemi yok sayma anomalisi, ya da cozemeyecegi sorunu yok etme aliskanlıgı "
modernizmden bahsediyorsunuz değil mi?
düşünce sistemleri de, dinler de sihirli değnekler değildir. kendini değiştirme iradesi gösterebilen bir bireye ya da topluma, bunu nasıl yapması gerektiğini öğütleyen birer kılavuzdur bunlar. kılavuzluk eden prensiplerin yetkinliğinden bağımsız olarak, toplumsal potansiyeliniz neyse onu gerçekleştirirsiniz. aşmış bir toplumsanız, hangi sistem olursa olsun, aşmış bir versiyonunu üretirsiniz. dangalak bir toplumsanız, hangi sistemi uygularsanız uygulayın dangalakça bir manzara elde edersiniz.
"yani bizler sunu gorduk ki, insanlar [x]sel inanıslarını iclerinde yasayip toplum hayatının gobegine oturtmaya calismazlarsa [x]ler insanlık icin faydalıdır. ancak bir [x], insanların tumunun hayatını kosulsuz sartsız kontrol altina alma arzusundaysa ve ulkelerin de yonetilmesinde aynı zaruriyeti isaret ediyorsa, o zaman o [x] insanlık icin zararlıdır."
bu pasajda x yerine islam dinini koyarsanız, modernizm tarafından budanmış bir islam modeli elde edersiniz. x yerine modernizmi koyarsanız da, aşağı yukarı, islamcıların modernizm hakkındaki fikrini elde edersiniz.
"... aynı dusunceler isiginda tum hayatımızı kontrol etme cabası icerisine girerlerse bizim sadece dusuncelerimizin degil tum ozgurlugumuzun elimizden alinmasi da pesi sira gelecektir korkusuna sahibiz."
son durak kara toprak, şık bir çalımla sadede ulaştık nihayet. risk algılarının çelişmesinden bahsedecektik değil mi? endişenizi anlıyorum. ama bizim sıkıntımızı anladığınızdan emin değilim.
a ve b çelişen iki sistem olsun. a sistemini tam olarak uygularsanız, b mensuplarını bir miktar baskılamış oluyorsunuz. b sistemini tam olarak uyguladığınız zaman da a mensuplarını bir miktar baskılamış oluyorsunuz. ne yapmalısınız? bu sorunun cevabına giden yol, ne yapmamalısınız sorusundan geçiyor. yapmamanız gereken şey şu: b sistemi lehine konuşurken, a sisteminin risk algısı bölümünü silip, o kısmı b bakış açısıyla tekrar yazmak. a sisteminin risk algısı bölümünü b versiyonuyla değiştirirseniz, insanlara neyi risk olarak algılayacaklarını dayatmış olursunuz. zihninizde a sisteminin risk algısı bölümünün olması gereken yerde b projeksiyonu varsa, a mensuplarının neyi risk olarak algıladığını anlamanız mümkün olmaz. a sisteminin risk algısını b açısından bakıp önemsiz olarak kodlarsanız, elinizde sorunsuz, çelişkisiz bir b sistemi bulunduğunu sanabilirsiniz, ama bu yolla a mensuplarını sisteme kazandırmanız mümkün değildir. ateşkes, tolerans, işbirliği gibi bir hedefiniz varsa, bütün tarafların katılabileceği optimum bir düzene dayalı bir toplum sözleşmesi hazırlamak istiyorsanız, önce karşınızdakini anlamak zorundasınız. tartışa tartışa suyu çıktı aslında, ama pratik olduğu için risk algısı konusunu somutlaştırmak için kadın kıyafetleri konusunu örnek vereceğim. islamcılar için ergenlik çağına gelmiş herhangi bir kadının başını örtmesinin herhangi bir durumda engellenmesi gerçekleşmiş bir risktir. başörtülü lise öğrencisi, başörtülü üniversite öğrencisi, başörtülü memur, başörtülü milletvekili olması engelleniyorsa, baskı görüyorsunuz demektir. tehlike bir ihtimal değil, başınıza gelmiş bir şey demektir. diğer taraftan, nasıl size göre, bir kadın hakimin mahkemeye girerken başını açmak zorunda olması bir problem değilse, bana göre de bir kadın hakimin mahkemeye girerken başını örtmek zorunda olması bir problem değil. ne var ki burada konu, bana göre baş örtme mecburiyetinin bir problem olup olmadığı değil, baş örtme mecburiyetini bir problem olarak algılayan insanlarla aynı ülkede yaşıyor olmam. toplumsal huzuru sağlamak istiyorsam, karşımdaki insanların niye endişelendiğini, neyi bir risk olarak algıladığını hesaba katmak durumundayım. din karşıtları da, dindarların neyi risk olarak algılamaması gerektiği konusunda dayatmada bulunmaktan vazgeçmeliler, yoksa nefretin önünü alamazlar, karşılıklı taleplerin dengesini kurabileceğimiz bir düzenin oturtulması mümkün olmaz. dindarların din karşıtlarının endişelerini ve beklentilerini dikkate alması gerekiyor, din karşıtlarının da dindarların endişelerini ve beklentilerini dikkate alması gerekiyor. dindarların endişeleri ve beklentileri, din karşıtlarına göre bilimsel ve akılcı olmayabilir, ama din karşıtlarının neyi kendi sistemlerinde bilimsel ve akılcı diye kodladıkları, dindarlar için bağlayıcı değil. epistemik özgürlük farkındalığının olmaması bu yüzden sıkıntı doğuruyor, kendi düşünce sisteminizi ortak zemin saydığınız zaman çelişkileri kafanızda çözümleyebiliyorsunuz, ama bu toplumsal alanda bir çözüm üretmeye fayda sağlamıyor, aksine zararlı oluyor.
(sirkencubin, 31.03.2008 11:38)